14 Aralık 2013 Cumartesi

Yalnızlarındır bir fincan kahve, kaskatı kesilmiş bir kül tablası ve özleminden kararmış dumanı...
Yalnızlarındır küçücük bir odadaki kırık ayna, bir sürü bakış fakat aynı adam... Çünkü sevmez yalnızlar "ler" demeyi, tekil yaşar, tek ölür... "Neden?" vardır fakat "çünkü" yoktur seslerinde, hiçbirinde. Bembeyaz bir rakı sofrasında veya yapayalnız bir koltukta uzanırken dinlenen şarkı. Ezgisi sizin olsun, sözleri benim der yalnızlar... 
Bitip tükenmeyen filmidir anılar yalnızların. Her saniyesi ayrı fakat bir o kadar aynısı... Alışmak yalnızların işidir. Uykusuzluğa, bazen uyumaya, özlemeye, yutağına kilitli bir keşkeye, en çok da karanlıkta oturmaya...
Eksiktir her yalnız, yarım... Mesela yalnızların sadece bir eli vardır benimsediği. Diğerini yeri gelir başka bir beş parmağa kenetler. Hiçbir zaman iki elini de teslim etmez yalnızlar... Biri kimsesiz kalırsa diğeri sarılır,ısıtır.Her ayrılık izmaritidir yalnızların. Yanık kokan bir tablanın içinde yerini alır, sararır... 

13 Kasım 2013 Çarşamba

O kadar da dudak kanatmazdı ayrılık, gözyaşının tuzunu bu denli yutmasaydın. Veda kelimeleri bu kadar klişe gelmezdi belki sana, hepsini birer birer duymasaydın. Hayat seni gecenin bir yarısı inleyen bir saat kadar bunaltmazdı, ya mekanı ya zamanı ya da adamı yanlış sunmasaydı. Affedebilirdin, öğrenebilirdin kalbursuz yaşamayı. Pişman olan bir çift göze rastlasaydı gözlerin... En büyük hayallerinin senaryosu tek kişilik kadro olmazdı belki, yanında istediğin yanında kalsaydı. Gülümsediğinde gözlerin kaybolmazdı belki, dudaklarının yalanından onlar utanmasaydı... Bir gün gerçekten pişman olabilirdin sen de, "Haksızım" dediğinde biri de haklı çıksaydı.Herhangi bir şeye inanırdın bir gün elbet, doğrudan önce yanlış kapını çalmasaydı. Kabullenmek yerine umut edebilirdin sen de, ufuk çizgisi gözlerini bu kadar yormasaydı. Ay ışığını bu denli sevemezdin belki, ıslak bir gecede sokak lambaları içini yakmasaydı. Yağmurun altında oturabilirsin saatlerce, yeni kuruyan yanaklarını bir de o ıslatmasaydı. Ve gözlerin... Gözlerin bu kadar yaşlı bakmazdı belki. Gidişine değil, gelişine tanık olsaydı...

9 Kasım 2013 Cumartesi

Kaçmak cazip gelirse bir an nefes nefese yüreğine ve aldığın derin bir nefes için bir köşeye yığılıyorsan, kal, ne olur.  Kurtulmak için kaçan fakat ayaklarındaki zincirlerin sesine kulak vermeyen bir mahkum olarak konuşuyorum şimdi. Kulak ver sözlerime. 
Bir çift el, avuçlarında terliyorsa hatta yeri geliyor yanıyorsa, bırakma. Ellerinin üşüdüğünü bile bile tutamayan biri olarak konuşuyorum şimdi.
Birden boşluğa düşüyorsun bazen ya da zaten boşluktasın ve yeni açıyorsun gözlerini. Yüzün buruşuyor, kalbini tutuyorsun. Yapma. Gittiği rüzgarları doldur ciğerine ve sarıl son kez. Aynı boşlukta asılı kalmışken sana ulaşamayan biri olarak konuşuyorum şimdi. 
Geceler anıların rüyası, dünyası. Yelkovan ileri akıyor, zaman geriye... Kalkıp pencereye elinde kahvenle onu bekliyorsun. Özlüyorsun. Yapma. Gir o soğuk yatağa, şarkıyı kapat ve biraz uyu. Her gece yelkovana değil zamana aldanan biri olarak konuşuyorum şimdi. Dinle beni. 
Sabahları uykulu halinle kulaklıklarını takıyorsun. Bir şarkı çıkıyor ve geçiyorsun. Geçme, dinle. Gün geliyor her cümlesi, her "gitme"si ona götürüyor seni... Her bir şarkıyı gözlerim kapalı dinleyen biriyim şimdi. Bekleme beni.
Bazen sıfırdan başlamak kolay geliyor. Avuçların karalanmış sayfalarla dolu. Bunu da yırtıp atma, kalsın. Her gün önüne temiz bir sayfa açılan fakat inatla önceki sayfayı geçiren biri olarak konuşuyorum şimdi. Anla beni. 

4 Ekim 2013 Cuma

Eksiliyoruz, eksiliyorsun, tükeniyor git gide. Belki anılardan bir çakmak, küçük bir fiş, bir fotoğraf,belki yüzümden bir mimik, gözlerimden bir renk, dudağımdan bir çift "Seni seviyorum."
Kaybedecek ne kaldı? diye her sorduğunda tükeniyormuşsun biraz biraz. Ve inadına soruyormuşsun... Gün gelip keşkelerini bile yitirdiğinde "Ne oldu?" sorusuna cevap bulamıyor yüreğin. Bütün kelimelerin gözlerinden akıyor. Bu bir nevi son dem, son cümlelerim senin için, son konuşmamız. Çünkü ben yazardım, sen okurdun hep. Unuttun mu? 
İsterdim ki en sevdiğim şarkı olan sesin eskimesin kulaklarımda. İsterdim ki diğer yarım,yarınım olarak kal, anım olarak değil. İsterdim ki gözlerin, ellerin, nefesin uzakken bana ; yüreğin kalsın avuçlarımda. İsterdim ki sana hiç yazı yazmayayım. Bilirsin, her yarama bir "Eyvallah"tır benim yazılarım. Ve ben her yazımı gözlerim bulanık yazarım. İsterdim ki seninle karşılıklı  sigara içeyim, yokluğunla yan yana değil. Hatırla, ellerimiz kenetli yürürdük yollarda ve güneş yakardı yüzümüzü? Ya şimdi? İsterdim ki hep yanımda kal, güneş kavursun bizi. Şimdi tam karşımdasın, arkan dönük ve yürüyorsun durmadan. Yürüdükçe gölgen büyüyor, gölgen üzerime düşüyor. Üşüyorum...
İsterdim ki elinde gitarınla bana söylediğin o şarkıda aşık olduğum o sesini hatırlayayım, "Yarım bıraktın..." nağmesini değil. İsterdim ki sana sevgi için savaşmayı öğreteyim, seviyorum demeyi değil... İsterdim ki seni içim sımsıcak, yüreğim ferah hatırlayayım; yüzümü kurutamadığım bir günle değil. Varlığının yokluğunu silmesini ve nihayetinde  "biz" olmayı isterdim. Yokluğunun varlığımı tüketmesini ve "hiç" olmayı değil.

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Sen gökyüzüne aşık bir adamsın ben denize... Sen gökyüzünde imkansızlığı,uzak olanları,gözbebeğini dolduran o ışığı görüyorsun. Ben denizin her bir dalgasında gidenleri... Sen aşka korkak bir adamsın belki, uzaktan bir yıldızı sevebildiğin kadar dokunabildin bir kadının kalbine. Ben aşktan sağ çıkamayan bir kadındım, ellerimdeki kanlarla ne kadar sıkabildiysem bir dalı, o kadar tutmaya çalıştım gidenleri.. Giden giderdi elbet, durduramazdık ne sen ne ben. Bilirdik, çünkü biz de giderdik bazen. Sen gerçekleri rakının yanında seven bir adamdın, ben gerçekleri sek tadan bir kadın. Daha ötesi; sen aşka inanıp, aşık olabileceğine inanmayan bir adamdın. Ben aşkı tadıp, aşka inanmayan bir kadın... Sen o terminale gidişini anmak için giderdin, ben dönmesini beklemek için. Mutluluğun bedeli vardı, ödedik her ikimiz de. Fakat sen gözlerini kısabildiğin kadar gülerdin bedelden korkmadan. Hakkındı. Ben, kahkahalarımı keserdim yarıda. Korkaktım. Sen masalların bitmesinden korkan bir adamsın, ben yarım kalmasından... Biz aynı şeyleri sevebilirdik, sevebiliriz. Fakat sen sevdiğinde "biraz biraz olsun her şeyden" derdin. Ben sevdiğimde "Hiçbir şeyden dahi olsa bol olsun" derdim...  Sen özlediğinde onun yokluğunu kovardın, bense varlığını davet ederdim. Biz aslında en farklı aynıyız ya da en aynı farklı. Her neyse. Sen okumayı seven bir adamdın, ben yazmaya aşık... Ben yazardım, sen okurdun. Fakat sen de yutkunurdun son cümlede ben de. Ve şarkı biterdi nihayetinde. Bir sigara yakardık. Aynı söze,aynı güne,aynı düne...

6 Ağustos 2013 Salı

Karanlık,sessiz,gece. Odanda zar zor duyabildiğin bir şarkı çalıyor. Ses çok tanıdık, sözler, melodi... Durgunlaşıyorsun. Önce dudağın iniyor sonra bulanık görüyorsun. Bir şarkı alt tarafı, allahın belası bir şarkı işte. En son 3 yıl önce dinlemişsin. Neden peki? Düşünüyorsun,susuyorsun,saçlarınla oynuyorsun. Sonra hatırlıyorsun. Zil sesindi o şarkı. Dua ederdin arasın beni diye. Bazen arardı da gecenin bir yarısı. Yine karanlık yine sessiz yine gece... Sonra başlar adam söze "Belki unuturuz onu, tüm kasımdan kalma çiçekler gibi..." Birden çekiyorsun içine nefesi ve yüreğin o "his"le doluyor. Çoktandır hissetmiyordun oysa. Canın yanmıyordu, anılar iç çektirmiyordu, göğsünü şişirmiyordun, ağlamıyordun. Uzun zaman sonra saçma sapan bir şarkı hissettirdi sana. Üç yıl önceki halin dokundu yanağına, yandın. Umut eden bir kız, sesi titreyen bir kız, inanan bir kız oldun yine şarkı bitene kadar. Bu his özlem değildi, isyan değildi, öfke değildi. Acıydı ve bir o kadar ağır. Sen şimdiki yüreğine iç yıl önceki küçücük bir anıyı sığdıramadın. Ağır geldi, aktı göz yaşların. Sonra o telefon geldi aklına, üstüne 2 telefon değiştirmişsin. Dandik bir telefon işte. Öyle değil ki. Değilmiş. Ellerin titreye titreye tuttun o telefonu sen, onun sesi hapsolmuş sanki o telefona. Yeri geldi ekran sırılsıklam oldu, ağladın. Yanından hiç ayırmadın. Farkettin ki aramasını beklediğini değil de aramasını beklerken aldığın nefesi özlemişsin. O hevesi, o hissi, hissetmeyi özlemişsin. Fakat şimdi kaldırabilir mi yüreğin tekrar hissetmeyi? Şüphedesin. Göz kapakların dayanabilir mi hala yıllar boyu beklemeyi? Şüphedesin. Ya da ellerin sırf 1 saat ısınmak için yıllarca üşümeye dayanabilir mi? Şüphedesin. Kandırma kendini, aslında eminsin. Ne hissetmek istiyorsun o çaresizliği tekrar ne de sevmek istiyorsun bu denli. Hatta nefret ediyorsun 3 sene öncesinden ve orda kalan kendinden. Bırakıyorsun o kızı tekrar o odada, telefonu atıyorsun pencereden, şarkının sesini yavaş yavaş kısıyorsun. Kilitliyorsun bütün kapıları, kaçıyorsun. Öldü o kız, bitti... Ve sen siliyorsun yanaklarını devam ediyorsun yaşamaya. Çünkü bir cesetle koyun koyuna yaşayamazsın daha fazla.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Sakalları karmakarışık,saçları siyah bir adamla konuştum bu gece aşkı. O anlattı,ben dinler gibi yaptım. Gülümsedim. Bilirsin ben artık bahsetmem aşktan kolay kolay. Acıdan bahsetmem,özlemi almam bile ağzıma. Ki roman yazmışsan sen bir çift göze, tek cümlelik tanımları okumadan geçiyorsun. Hata ettim belki, sevmeyi bilmiyorsun dedim sana. Yanlış. Sen sadece beni sevmeyi beceremedin, sana doğru uzatılan mosmor iki eli tutmayı beceremedin. Kısa kaldı kolların. Cahildin,cahildik,çocuktuk. Şimdi pek de isyan etmiyorum sana. Ben de üzmüşüm bir kaç yürek. Sardırmamışım belimi, baktırmamışım gözlerime, sevememişim. Seni anlıyorum ben artık, bak büyüdüm. İnsan bir kez sevebilirmiş gerçekten, bir kez kalbi dururmuş. Bir kez yatarmış omzuna, bir kez ölürmüş. Bu yüzdendir her yüreğe cesurca atlamam. Ölüler öldüremezmiş çünkü, ölemezmiş de yeniden. Zor olan bunlar değil tabii ki, sil gitsin hepsini. Asıl olan bir kez yattığın omzun kokusunu binlerce kez içine çekmen, özlemen. Zor olan ölümsüz olanın ruhunun değil acının olduğunu farketmen. Bu soğuk kahve kadar tatsız, bitmiş sigara kadar acı. Alışmak çare dediler, yanlış. İnsan hiçbir şeye alışmamalı. Alışmak kabullenmeyi getiriyor altın tepsiyle sana. Sonra kendine bir kaldırımdaki su birikintisinde rastlıyorsun. Hissetmiyorsun, en dolu boşsun, hafifsin ama bir cesede oranla. Bir bakmışsın varlığının tanımı onun yokluğundan geçiyor, bir bakmışsın gözlerin boşluğa bakıyor, ellerin bir daha havaya kalkmıyor. Bir bakmışsın özlemeye,göğsündeki ağırlığa,hiçliğe alışmışsın da vazgeçmeye alışamamışsın. 

24 Temmuz 2013 Çarşamba

"Eyvallah" demek ne zamandır bu kadar zordu? Yapamadım bu kez. Aylar,geceler süren sessizliğimi bir cümle nasıl bozabiliyor? Depremden kıl payı kurtulan çatlaklı bir binaydı kalbim, bir kez daha sarsılırsam kim kurtarabilir beni? Senden ziyade kendime üzülüyorum bu gece. Ben senden çok kendimi özlüyorum bu gece. Senden çok kendime kızıyorum ve dahası acıyorum. Gülüyorum her karede,dişlerimi göstere göstere. Sonra habersiz bir fotoğrafım çıkıyor ortaya, mahvoluyorum. Kendime hiç sormadım ona aşık mıyım diye,sormayacağım. Bu gece başladığım yere döndüm, balkondan sarkan bi çocuk kadar umursamazım şimdi. Güneş doğar doğmaz belli olacak başka bir şehire gidip gitmemem. Ben ilk defa gitmek istiyorum. Ama artık yeni bir başlangıç için değil, gücüm de yok zaten. Kaçmak için,kaybolmak için. Korkuyorum...En çok da kendimden. Çünkü susuyorum,durmadan. Ne zaman sussam vazgeçtim demektir kendimden. Ve ben vazgeçersem ölmek isterim hep,ölürüm de arada. Ben hiçbir şeyi yaşamadan öğrenemedim. Hiçbir büyüğüm bana canından çok sevdiğin senden nefret edecek demedi, ondan vazgeçmek canından vazgeçmekten daha zor demedi, sevginin peşinden gitme çünkü o çoktan vazgeçti demedi, o şarkıyı başkasına söyleyecek bir gün demedi... Hepsini kendim yaşadım,gördüm,öğrendim. Daha düne kadar "geçti" diyen yüreğim şimdi yalvarıyor "bitsin" diye. Sen hiç hayal kurduğuna utandın mı? Hiç hayal kurmaya tövbe ettin mi? Hiç göğsündeki ağırlık gitsin diye paket paket sigara içtin mi? Hiç kucağında uyuyan bir kediye gözyaşlarını sile sile "asla çok sevme" dedin mi? 

21 Temmuz 2013 Pazar

Biz seninle şanslı doğanlardan değiliz. Bir yanımız yarım kalacak hep. Evde bir tabak eksik kalacak, aile fotoğrafında da bir yüz... Bizim şımarmaya vaktimiz olmadı hiç "anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?" dediklerinde. Bizim sevgilimizi babamızla tanıştırma hayallerimiz olmadı hiç, olmayacak. Etrafta zırlayan kızlar pek umrumuzda olmayacak. Çünkü onların bahsettiği güven problemini çocukluk battaniyemizde taşımışız biz. Biz olgunlaşmışız, biz büyümüşüz, biz hiç naz yapamadan söndürmüşüz ateşimizi... Kendimizden çok birbirimizi tanırmışız. Saçlarını topluyorsun, ellerini dudaklarına götürüyorsun, kafanı hafif eğiyorsun anlıyorum bir kez daha bittiğini. Öyle konuşma da yapmıyorum çoğu zaman. Susuyorum,susuyoruz. Bekliyorum geçmesini. Çünkü bilirim bizim bayılıp ayıltılmaya lüksümüz olmadı hiç. "Düşersen kaldırmam demiyorum fakat düşme!"yi öğrettik birbirimize. Güçlü görmek istedim hep seni, ne vakit ağlasan karşımda kendi ayıbım gibi saklamak istedim. Çünkü ağlamak bize ayıptı, kaybetmekse töre. Hatırla, mutluysak suçlu hissettik hep biz. Hayal kurmaya zaman bulamadık hiç, gerçeklerle yüzleşirken. Diğerlerinin varlığından haberi olmadığı gerçeklerle çoktan savaştık ve yenildik biz.. Fakat kimseye anlatamadık çünkü inandıramazdık. Bilirdik. Biz annemizden güven beklemedik, beklemeyezdik de. Sigaramızı içtik, vodka içtik, bira içtik, pişman değildik. Değiliz de. Hangi doktor keseceği eli uyuşturmaktan pişman olurdu? Erkek arkadaşımız da oldu, erkek arkadaşlarımız... Sevdik. Ki sevgiden sorgulansak cennete gideceğimize emindik. Bizim kalbimizde iki aşk yoktu "babam" ve "sevgilim" diye. Biz 18'lik çocuk bir kalbi iki kişilik bir kalıba yaydık. Hepsinin üzerinde de pot durdu,gittiler ya da kaçtılar. Her neyse. Biz bir de her zaman güldük. Korktuk güldük,sevdik güldük,istemedik güldük, kırıldık güldük, ağlayamadık güldük. Mesela biz güldüğümüz kadar mutlu görünmek istemedik, buna mecburduk. Bir tek birimiz ağlarken diğerimiz gülemedi. İnsan aynaya bakarken hem gülüp hem ağlayabilir miydi ki? Onun gibi... 

19 Temmuz 2013 Cuma

Bir günde nasıl kaybedilirmiş öğrendim. Anılarına bile sahip çıkamayan biriyim ben. Olmadı,daha fazla açık kalamadı gözlerim,dayanamadı yüreğim. Demem o ki özür dilerim. Aynaya bakıyorum, yaklaşıyorum, dikiyorum gözlerimi iyice fakat göremiyorum aynı kadını. Seni sevmem,seninle gülmem,sürprizlerin,kavgalarımız... Hepsi mazide kalmış. Bir tek ayrılığımız aklımda o da kesik kesik. Misal artık seni andığım tüm şarkıları dinleyebiliyorum hatta bazen unuyorum. O sinema salonuna başka bir adamla girebiliyorum ve bu artık acıtmıyor. Seni başka bir eli tutarken görmenin hayali bile delirtirdi beni, şimdi görüyorum fakat dokunmuyor.Artık rüyalarımda bana geri dönmüyorsun. Hayır hayır kızmıyorum da sana, "neden?" diye sormuyorum. Kendime bile... Derlerdi de inanmazdım, hangi aşık inanır ki? Gün gelecek yapmacık bir tebessümle anacaksın onu diye. Öyle. Şöyle ki beni sevdin mi hiç, unuttun mu? Umursamıyorum. Kapımı çalsan paçalarında pişmanlıklarınla, ne içeri davet ederim seni ne de kapatırım o kapıyı suratına. Bir avuç af veririm ellerine, otururum karşına gülümserim. Ta ki sen gidene kadar. Ne bir "defol!" var kalbimde senin için ne de bir "hoşgeldin!".En zoru seni özlemekti, nasıl bitti bilmiyorum. Önce çığlıklarım sustu, sonra uğramamaya başladım o anılarımızın sokağına, ardından yavaş yavaş silindi anılar. Şimdi gözlerimi kapatsam gülüşün belirmiyor misal, o da silinmiş. Sanma ki çok mutluyum şimdi. Fakat daha bir hafif kirpiklerim... Daha geç, çok geç fakat şimdi başladı benim için ayrılık. İşte şimdi ayrıldık...

2 Temmuz 2013 Salı

Yarım

Hiçbir cümlenin sonuna soru işareti koymadan, sorgulamadan, konuşmadan, nefes almadan beklerdin. Göz bebeklerin martılara yem olurdu yine ufuğu izlerdin. Sabrını bir tesbihin iki taşının arasına saklamış, dudaklarını bir an olsun indirmeden beklerdin. Ne uğruna? Neden? Sordular sana. Başını bile çevirmedin, gülümsedin. Kıyamet gibi inandın. Her gün damla damla tükendi umudun. Geçti zaman, acımadı. Acımazdı da hiç. Göğsünü şişirdin sigara dumanıyla, ona sakladığın ellerin havada kalamazdı daha fazla. Zar zor atan kalbinden bir tutam bıraktın o iskeleye, dönmeyeceğini bile bile. Şimdi martılar kadar hafifsin, özgür! Fakat bir şehir öteye bile gidemedin. Uçamadın, yürümek istedin sadece. Kaç yola girdiysen tepesi bulutlu bir yokuştu. Ciğerin yetmezdi dimi? Tıkanırdın yarıda. Baktın ufuktan bir ışık yok yattın olduğun yere sırtüstü... Yıldızları çektin içine karanlığın aksine. Kalbur bir ateist için ayet neyse "döneceğim" diyen oydu senin için. Beklemek sonunda vazgeçmeyi sundu sana. Daha kolay derlerdi, taşıyamadın. Farkettin ki her pazartesi başlayıp salı bozduğun diyet kadar basit değildi. Her gece bir umutla açtığın güneşlikleri sabahları kapatmak kadar kolay değildi. Atlamak için çıktığın o çatıdan bir sigara içip dönmek kadar da... İşte bu yüzden eksik kaldın ay yüzlü   kadın. O çukurdan hiç çıkamadın, hiçbir şehri terkedemedin, hiçbir şiiri bitiremedin. 

24 Haziran 2013 Pazartesi

İlk buluşmayı hatırlıyorum. Gözlerimi, sana bakışlarımı. Öyle hissiz, öyle inançsız, öyle duygusuzdu. Sevemeyecektim seni, belliydi. Ellerim bir an önce ellerinden kayıp gitsinler diye terledi durmadan avcum. İhanetin allahına ihanet ediyordum sanki yanındayken. O yüzden uzaklaşmak istedim, bıraktım seni o yol ayrımında yalnız yürüdüm eve. Çok değil, arkama döner dönmez gözyaşlarım yüzümdeki son tebessümü yuttu. Hıçkırmadım, inletmedim yeri göğü fakat içimi parçaladım yol boyu. Yanmak istedim ya da donmak, her neyse. Geldim evin önüne, rüzgar çevirdi yüzümü arkaya. Ve sen. Geldim sarıldım sonra sana, nasıl da nefes aldım o an. İçime çektim ne var ne yoksa. "Uzun... çok uzun zaman yan yana olacağız. Sevebilirim seni"   demendi ateşe verdiğim bir kova su. Gözlerime baksaydın keşke daha uzun, umut vardı yarına dair, ellerine dair. Göremedin. Ateşi söndürdün ya vazgeçilmezdin, anla. İlk defa serindü yüreğim, ilk defa buğulamıyordu camı nefesim. Bekledik sonra, filmin ortasındaki mutlu sahne gibi... Biliyordum, sona gelmeden kopardı kıyamet. Film bu, sağ çıkardı iki aşık. Biz yandık, kül olduk. Ya aşık değildik ya da güçlü. Bu bir soru değil hem, yalnızca kabulleniş. Sana savurduğum o küfürler, yolduğum saçlarım, anılarımızın külleri hepsi hikaye. Asıl olan söndürdüğün kıvılcımı söndürüp yangın çıkarman. Cinayetteki vicdansız olman, ellerini kana bulaman. Ellerini kaldırıp yanağımı sürdüm bütün kanı, hatırla! Ne su istedim senden ne bir kibrit. O boşlukta sararmasına razıydım ben yüzümün dibe düşmek yerine,en derine. Bak dipteyim şimdi. Kaybetme korkusunu güneşe emanet ettim, burdan görünmüyor ne güneş ne gökyüzü. Karanlık. Gölgeme sarılamayacak kadar karanlık. Gözlerimi açmaya gerek duymayacağım kadar karanlık. İnsan unutuyor bir yerden sonra ışığı,umudu ,güneşi. Ve unuttuğun bir şeyin özlemini çekmiyorsun artık. Şimdi biliyorum ki bir el daha uzansa saçlarıma doğru, bir sahte aydınlığa daha çıkamam ben. Onu çekerim karanlığa,yanıma. O yüzden boşta kalan ellerle dolu burası. Burası sessiz, burası ıssız, burası en soğuk gerçek. İnan artık yok arkandan ıslanan yanaklarım. Kupkurular karanlığa yakışır şekilde. İnan artık yok sana karşı çatılan kaşlarım. İfade bile değiştirmiyorum senin için. Şeytan diyor ki çek yanına onu da,görsün en dibi. İstemiyorum. Sanma ki kıyamıyorum. Sen ki çocuksun daha umutlarımı kayık yapıp o yokuştan salan. Korkarsın,dağılırsın bir süre sonra. Meselemiz ne sevgi ne sadakat artık. Bak bir kendine. Mesele güç sadece. 

10 Haziran 2013 Pazartesi

En son bir bedene sıkı sıkı ne zaman sarıldın? En son ne zaman boynunda dolaşıyordu birinin nefesi? En son ne zaman kokusunu içine çekerken bu an bitmesin diye kapadın gözlerini? Hatırlayamıyorsun, için de sızlamıyor, belki umursamazlaştın. Yalnızsın, tek başına. Sadece şunu tekrarlıyorsun her özlediğinde, ne o geri gelmeli ne de sen koşmalısın arkasından. Tek ihtiyacın olan, tek koşman gereken kilitli olmayan ve yepyeni bir hayata, yepyeni bir güneşe açılan o kapı. Kalmadı gücün biliyorum, tıkanıyor nefesin... Fakat güven bana, koş oraya. Buna değecek mi bilmiyorum. Ama koş. Durmadan. Çünkü sen koştukça o güneşe, umuda, milada ondan uzaklaşacaksın farkında olmadan. Hem sen istemiyor muydun? "Bir kez olsun gururumu kollarım arasına sıkıştırıp uzaklaşmak istiyorum" diyen sen değil miydi? Yapacaksın, koşacaksın, uzaklaşacaksın, kaçacaksın. İnan bana. Neden mi? Çünkü canın yanacak dedim, yandı. Çünkü öleceksin dedim unuttun nefes almayı. Ağlayacaksın dedim, inmedi hala göz altın. Özleyeceksin dedim, her gün gittin o parka. Vazgeçemeyeceksin dedim, her Allahın günü mesaj atmak istedin. Attın da bazen... Şimdi kalk ayağa da dinle beni. Diyorum ki, geçecek hepsi birer birer. Farkında mısın bilmem ama yürüyorsun artık. Şimdilik kambursun. Kırgınlıkların omurgalarına biniyor. Ya sonra? Sonra dik yürüyeceksin fakat yere bakacak gözlerin. Çünkü biliyorsun artık bir kalbe takılıp düşmemen gerektiğini. Bak bir aynaya! Yapma böyle, büzme dudaklarını. Görüyor musun gözlerindeki lekeyi? Görüyor musun bakışlarındaki gücü? Ben görüyorum. Saçların daha bir toplu, bir aradalar... Çünkü bütün vücudun hazır ayrılığa isyana. Dağıtmıyorsun saçlarını çünkü istemiyorsun hiç bir esintinin bir kez daha işlemesini ensene. Ne bileyim bu üşümek gibi... Isınmak için onun teninden ziyade kendine ihtiyacın var. Oturup bir köşeye sımsıkı sarılman gerek kendine, titreye titreye. Alışman gerek, sana kimse ceketini vermeyecek. Sürekli bakıyorsun o uçuruma. Git hadi diyeceğim, git atla. Belki düşmen 3 saniye sürer, düşünsene o içinde dalga dalga yayılan acının bitmesine son 3 saniye.Düşünsene her şeyinin bir hiç olmasına son 3 saniye. Ama ne uğruna? Ardından 3 saat ağlayacaklar. Ya sonra? Sonrası gözleri kuru hayatlarına devam edecekler. Uğruna canını vereceğin, yaşayacak doya doya. 2 seneye kalmaz, silineceksin. Ne uğruna? Hiç... Bütün varlığı gökyüzünün mavisine hapsedecek kadar hiç...

1 Haziran 2013 Cumartesi

Kadın sarıldı adama. Soyadını bile daha bilmediği adama... Ardında bir çerçeve dikkatini çekti, mutlu bir kadın vardı içinde. Güzeldi de. Tam o sırada adam başladı söze:
-Ne istiyorsun? Sevgi mi aşk mı? Ne?
+Aşk değil bir kere. Aşk bitiyor kolayca ya da ne bileyim yakışmıyor ondan başka hiç bir adamın üzerine o tek hecelik kelime. Sevgi istiyorum sanırım, anne baba gibi. Bir kardeş gibi, iki kimsesiz gibi... 
-Sevgi bağlılık getirir oysa. Bağlanmak aşırıya kaçar zamanla. Engelleyemezsin ki güzelim, kalbin sever bir kere. İstediğin kadar silmeye çalış zihninde, kalbin bir tek sözüyle roman yazar içine. Aşk.. Aşk isterse ani gelir isterse yıllar sonra. Bilemezsin. Çat kapı gelir öyle, hazırlıksız yakalanmaktır bir nevi aşk. Yüreğindeki bütün boşlukları bir çift gözle kapatmaya çalışmaktır aşk. Öyle çaresizdir, öyle de korkusuz... İşte o yüzden aşk benzemez sevgiye. Sevgi bağlılığı getirir, aşk ise hiçbir şey getirmez insana. Götürür ne varsa. Gururunu, gücünü... 
+Belki haklısın, belki de değil. Ama düşünsene işin güzelliği, büyüsü de orada değil mi be adam? Sen bir şeyler kaybetmeden sevmezsen ne anlamı kalır seviyorum demenin? Hem belki çok zeki değilim, belki yemek de yapamam ya da ne bileyim onun tercih ettiğinden daha beceriksizim. Fakat severim, adam gibi severim.
-Yanlış. Bağlanıyorsun sen, sevmiyorsun. Ne aşk seninki ne adam gibi sevmek. Çünkü sevmek, yeri gelince alıp ceketini çekip gitmek demek. Sen şimdi karşımda gidenler için ağlarken bir kalan olarak, bana sevdim diyebilir misin ? Acizim diyebilirsin, çaresizim diyebilirsin ama sevdim diyemezsin. Hani bir söz vardır, yeri gelir onun için ondan vazgeçersin. 
Dedi adam. Ağladı kadın. Gözleri düştü, derinlere daldı. Yaklaştı adama, eğildi " Sen ki içinde sadakat olmayan bir sevgide yüzdüğünü iddia ediyorsun. Yüzme bilmeyenin denize atlaması gibi...İki yüreği bir sevdaya sığdırmaya çalışıyorsun, iki elini de başkalarına tutturduğun gibi.  Ben gitmiyorum diyen fakat aslında gidemeyen bir korkaktan öğrenmeyeceğim sevgiyi, aşkı. Sevgiyi bildiğini iddia ediyorsun fakat bir halt bilmiyorsun adam. Ben Ali'ye aşıkken Veli'yi sevmedim. Ben ona aşıkken onu sevdim.Bağlanmadım, beklemeyi seçtim." dedi kadın. Adamın elini aldı ve çerçeveyi avucuna koydu. Arkasını döndü ve gitti, sonrası          
sessizlikti. Uzun bir sessizlik. 

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Yeni bir yüz, yeni bir tebessüm, yeni koku, yeni sımsıcak iki el... Her şey hazır da sen değilsin. Yanakların hazır değil, kızarıyor. Gideceksin bir yabancının yanına, tutacaksın ellerini belki. Gözlerine bakacaksın, sen güleceksin, gözlerin gülecek. Ta ki gözlerindeki perde inene kadar, ta ki yabancının gözlerinde ona dair tek bir renk bulamayana kadar. O an, tam o an. Ya onun kokusunu unutmak için ciğerlerini yabancının kokusuyla dolduracaksın ya da arkana bakmadan koşacaksın. Teslim edeceksin bir yerden sonra kendini karanlığa, en dibine. Onunla geçireceğin bir yarının hangi düne sakladın bilemeyeceksin hiç. Ne yarınların kalacak elinde ne de ondan öncesi. Tarih kitaplarında milatı arayacaksın hayatında. Karar veremeyeceksin miladın onun gelişi mi gidişi mi olduğuna. Kendi kendine soru sorma artık, çevrendeki ses dalgalarına kulak ver. "Madem büyük insandı, ona sor sorularını artık!" diyorlar. Cevap verme, veremezsin. Hiç susmadığın kadar sus, yolculuğa çık. Ona doğru çıkılıp onsuz dönülen bir yola çık. Yüzleş. Sonra bir bak sağ tarafına... O yabancıya son kez tebessüm et ve bırak orada. Çünkü onun gözlerine baktığında yanmayacak için. Çünkü hiçbir el onun elleri kadar senin olmayacak, sahiplenemeyeceksin. Çünkü o tanıdık "Seviyorum."u başka bir dudağı ıslatarak bulamayacaksın, duyamayacaksın. Üzüleceksin, küfredeceksin belki, nefret edeceksin. Üvey ne kadar şey varsa nefret edeceksin. Hem böyle değil miydi onu sevmek? Ya hep ya hiç. Hep'i hiç tatmadan hiçle savaşmak... Başka bir çift gözde çaresizliğini izleyemeye, kırık bir sandalyede sigara dumanlarını izlemeyi tercih edeceksin. Zaman gelecek yokluğunu yok sayacaksın bir gün daha yaşayabilmek için. Düğünde gelinin attığı çiçek üzmeyecek seni, o fotoğraf kadar. Gülüyor adam, sen ilk defa görüyorsun böylesine güldüğünü. Kafasını yaslamış yanındaki kadına, kollarını kadının kollarına sarmış. Sahiplenmiş. Ne biliyor musun? Ağlamayacaksın. Belki bir gün boyunca kaldıramayacaksın o fotoğrafı önünden, belki kırpmayacaksın gözlerini, belki göz kapakların yaşayacak ilk çöküntüyü... Hani şu hep yaptığın şey var ya, Kafanı hafif öne eğip, gözlerini kısıp "Eyvallah" diyorsun. Hadi kalk o halde artık. Son kez. Sana hiç dönmeyen gözlerine, boynundan süzülen o gözyaşlarına, ona, ondan öncesine, ondan sonrasına, o eve "Eyvallah." de... 

23 Mayıs 2013 Perşembe

Vazgeçmek nedir, elleri yanan bir çocuğa soracaksın. Öyle kararlı, öyle pişman, öyle güçsüz... Ellerim de değil sadece, hatırla. Yüreğim, içim yandı benim. Söndürmeye ne dudakların yetecek ne de nefesin. Ya da artık bağlamayacak ayaklarımı o en derinin 50 tonu olan gözlerin. Sen şimdi gittin ya , bu defa kulaklarını kapatmana gerek kalmayacak beni duymamak için. Gözlerini kaçırmak zorunda kalmayacaksın kızaran gözlerime bakmamak için. Ben ki karanlık bir odadaki küçük delikten süzülen o ışıktan vazgeçtim. Ben ki o uçsuz bucaksız gökyüzünde nokta kadar görünen uçurtmanın ipini çekmekten vazgeçtim. Bıraktım ellerimden gökyüzüne, bulutlara emanet ettim. Belki yine geleceksin ya da başka bir yürek bırakacak kendini bana. Sonbahar gelecek ve yine gideceksin... Yere dökülen yapraklara basacağım tek başıma, ezeceğim bir bir. Fakar ağlamayacağım. Çünkü ellerimi hissetmezken yakamazsın bir daha. Bir yangının ortasına bir kibrit daha atmışsın ne farkeder? Ben değil sen üzüleceksin artık sevgilim. Ben kül olacağım, sen basacaksın çünkü. Silinmeyecek paçalarından bir vazgeçenin külleri. Silemeyeceksin. 

9 Mayıs 2013 Perşembe

Özgür olamaya bir o kadar hevesli fakat sevmeye bir o kadar yeteneksizdin sen. Sanma ki benim gözümdeki kadar muhteşemsin, sanma ki gidersen ölürüm ya da vazgeçilmezsin. Sen sadece doğru zamanda doğru yerdeydin. Senin hep ön rafta kalmanı dilerdim fakat tozlandın zamanla içindeki kibirle. Bana hep adamlıktan bahsederdin bir mahkumun özgürlükten bahsetmesi gibi. Sen ki daha çocuksun sevdiğim, her eli boş olana uzattığın ellerin ne denli yakıyor tenimi bilemezsin. Benim ne kaybedecek bir şeyim var ne de korkum. Kahraman sendin lafta oysa hep cesur olan ben oldum. Az mı kestim önünü, az mı sormadım hep o cevap veremediğin soruları. Düşün... Düşün o yerlere göklere sığdıramadığın gururun bende mi büyüdü sadece yüreğinde? Ben bana koşarak geldiğini sanarken sen bir başka yürekten kaçıyormuşsun oysa, benden tüm gücünle kaçtığında anladım. Bana savurduğun bir kaç iyi kelime merhametinden miydi? Söyle. Ya da söyle kendin için atan bir kalbi param parça ederken kime ödünç vermiştin merhametini? O kızı kalbine ağır geldiği için mi attın bir köşeye yoksa kalbin kalabalık olduğu için mi? Söyle, sözler verirken kaç şehir uzaktaydı adamlığın? Bana sakın şimdi emekten bahsetme. Aptal olan bendim ki yeri göğü dolaştım o aşık olduğum adamı bulayım diye. Sen sadece bir sokak kedisiydin fırın başında bekleyen, nankördün de. Geri döneceksin biliyorum, yorgun olacaksın, bitkin, çaresiz ama asla pişman değil. Ben yine sormayacağım sana nerdeydin diye. Tutacağım ellerini ve sarılacağım... Seni arkandan izlerken söylediğim kaç küfür varsa bir bir atacağım denize. Öyle sıkı saracağım ki seni, o an anlayacaksın bunun bir veda olduğunu. Sen bir kedinin nankör olduğunu göre göre ekmek veren kaç fırıncı gördün ki? Sen bana acıyacaksın, ben sana... Çünkü sen beni aptal sanacaksın, ben seni her şeye rağmen affederken içimde. Ve karşına geçip diyeceğim, sen benim kahramanımsın ve uçabiliyorsun. Fakat çok sonra anlayacağım nasıl uçabildiğini. Kahraman olduğundan değil, hafif olduğundan. O kadar hafif ki kişiliğin ne sevgiyi kaldırıyor ne vefayı ne de sadakati. Kendini özgür sanacaksın bir süre fakat çaresizsin ve yersizsin sadece. Sanma ki kürkçü dükkanı hep açık kalacak, bir bir kapanacak kapılar yüzüne. İşte o an ben aklına geleceğim. Gitme diye yalvardığım anlar gelecek bir bir aklına... Biraz gurur kalmışsa içinde gelmezsin fakat biliyorum gururun kaçmış ellerinden o uçurmanın ipinde. 

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Keşke saçların kadar hafif olsaydı ayrılık. Keşke paramparça etmeseydi bugünü,dünü,geleceği... Keşke "Hadi toparlan" diyenleri duyabilsen. Keşke dolan gözlerini kurutabilsen. Oysa hiçliği, sensizliği boğazında hissetmekti ayrılık. Aptal olsan neden gittin dersin, dağıtırsın etrafında ne varsa. İnkar etme, yapma. Biliyorsun, biliyordun bu sahneyi. Nasıl gideceğini, nasıl acıtacağını canını. İnanmak istedin sadece, kimseye inanmadığın kadar.Hatırla apar topar gitmiştin kapısına son kez. İlk günkü kadar güzel değildin ama daha çok sevmiştin. Kafanda ne kadar acaba varsa perde çektin ya sen, şimdi yırttı attı onları değil mi? Elinde,yüzünde, kalbinde, içinde, her zerreden ayak izleri kaldı. Bırak yarını düşünmeyi, yapma. Sadece ellerini alıp gitti mi sanıyorsun? Kandırma kendini. Yarınını aldı, umudunu, inancını, kokusunu da aldı koydu valize. İnsafsız diyemiyorsun hala ona, yapma. Sana anıları bıraktıysa, şuan içinde seni yakan o iğrenç hissi bıraktıysa sana insafından değil. Ayağa kalkmaya çalışıyorsun inadına, yapma. Her yer kırılmış hayallerinle dolu, basacaksın. Canın yanacak. O şarkı mı? Dinleme artık onu. Biliyorum bütün şarkılar kalanlar için ama acına tercüman olamayacak hiçbiri. Soğuyacaksın git gide, nefret edeceksin. Çıkar ceplerinden yalnızlıkla dolu çaresizliğini. Ağırlık yapacak, taşıyamayacaksın. Hangisini atayım deme bana. Çünkü inan bilmiyorum yalnızlık mı ağır basar çaresizlik mi diye... Boşuna dudaklarını hareket ettirip gülümsemeye çabalama, gözlerin ele veriyor seni. Dağınık saçların, çatık kaşların, titreyen ellerin inkar edecek sahte mutluluğu. Biliyorum her gece kafanı koyduğun yastık daha bir sert şimdi, daha ıslak, daha yüksek. Uyuyamayacaksın. İçindeki, ta derinindeki meğerler, keşkelerinin ırzına geçerken yutkunamayacaksın. Kendine sorduğun soruları başkalarına sorma sakın. Çünkü yanmayan birine ateşten bahsedemezsin. Onsuz yaşayabilirsin, biliyorsun. Fakat elinde olan tek şey nefes almak. Nefes alacaksın, yürüyeceksin, yemek yiyeceksin. Her gece telefonunu şarza takacaksın yine. Fakat ondan mesaj gelmesi için değil, daha fazla şarkı dinleyebilmek için. İçinde sensizlik olan ne kadar şarkı sözü varsa ondan "sen"i koparıp alabilmek için. Gitmek isteyeceksin, belki de gideceksin görünmez olmanın bütün acizliğiyle. Yokluğum iz bırakır mı diyeceksin fakat içindeki yangın cevabını verecek bütün sorularının. Gideceksin. Yeni bir şehir, yeni yüzler, yeni bir ev... Sadece anılardan kaçabileceksin bir nebze. Oysa içinde kalan, içinde bıraktığı yangın hafiflemeyecek gökyüzüne farklı bir şehirden baktığında. Kaybettiğin umudu bulamayacaksın yeni yüzlerde. Kaçacaksın sadece, sorgulamadan, yaşamadan, üşüyerek kaçacaksın. Yalnız kalacaksın ki tek varlığın olan hiçbir şeyin, tek şeyin olacak. Kimseye anlatmayacaksın bile bile nasıl atladığını o uçsuz bucaksız boşluğa. Çırpınmayı keseceksin bir süre sonra, umursamaz olacaksın belki. Belki de sadece öyle görüneceksin. Yeri gelecek aşktan konu açılacak, susacaksın. Ya da geçip karşılarına aşka merhem olsun diye kapıldığın sevginin nasıl delip geçirdiğini anlatacaksın. Yarayı nasıl kanattığını anlatacaksın. Ve sen ne sevebileceksin birini ne de terkedebileceksin. Onun kadar insafsız olamam diyeceksin, ne kadar yük varsa dolduracaksın ceplerine. Üzemeyeceksin kimseyi, hem üzülen biri, parçalara ayırılan biri nasıl bir yüreği acıtabilir ki? 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Ne silersen sil artık,nereye gidersen git, kimi seversen sev, istediğin kadar gül artık ya da ağla işte,her neyse. Dilediğini yap çünkü göremiyorum artık içimdeki dumanlardan etrafı,seni,yokluğunu,gidişini,dönmeyişini,sevmeyişini... İçim sızlıyor durmadan. Her gün, her gece, her sabah, her saniye. Sebebi sen misin inan bilmiyorum. Bilmen için araman gerek diyorsun dimi? Haklısın. Fakat ne gücüm ne inancım . Varlık içinde yokluk benimki, belki kabalığın içinde yalnızlık, belki gürültü içinde sükunet. Bu seni kaçıncı uğurlayışım bilmem fakat git artık hadi. Sana diyorum, bu defa farklı olacak, git! Çünkü bu defa arkandan izlemek yerine ben de yoluma gideceğim. Yolum diyorum, bakma öyle dediğime. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Rüzgar ayaklarımı nereye sürüklerse oraya gideceğim. Ne gözlerin gelecek aklıma yüzüm ıslanacak ne de ellerin gelecek aklıma üşüyeceğim. Artık o hep özlediğim ellerini soğuk hatırlıyorum, gözlerini yalancı, saçlarını asi. Acı çekmekten korkmamak bu olmalı. Bomboş, sahipsiz, dipsiz, biçare, istikbalsizim. Boş bakıyor gözlerim çünkü gökyüzünü değil kayan yıldızları görüyorum sadece. Kayıpları, kayıplarımı... O kadar alışmışım ki senin için ağlamaya, bir kez olsun kendim için ağlasam yüzüm kızarıyor,ihanet ediyorum sana sanki. Artık senin için üzülmemem mi beni sevindirecek yoksa başka şeyler için hala ağlıyor olmam mı mahvedecek karar vermedim. Çaresizlik nedir şimdi anlıyorum. Bir fotoğraf. Saçları kabarık, simsiyah, gözleri küçücük ama ışık dolu, dudaklarında tebessüm olan küçük bir kız... Nerde o kız? Çok değil, bir kaç ay önce ölmek istedi. Vazgeçti, pes etti. Hep uzatmak istediği saçlarını kestirdi, o küçücük gözleri şişik hep,ıslak. Tebessüm dolu dudakları mosmor. Çok ağır değil mi söyle bu bedel? Çok ağır değil mi suçsuz ödenen bir bedel? Söyle bir insan neden tükenir? Söyle artık, susma. Geç o küçük kızın karşısına anlat her şeyi. Neden terkedildiğini, neden sevilmediğini. neden kaybettiğini. Kalacak mı gülen yüzü, parlayan gözleri, sıcacık küçük elleri? İnsafsızlık bu, haksızlık, vicdansızlık. Kim minik elleri varken ben bir gün ölmek isteyeceğim der ki? Şimdi anlıyorum ki ne kendime ne sana ihanet etmişim ben, ona yapmışım her şeyi. Saçlarını okşayıp özür dilerim demek istedim deli gibi. Sahi, anlatsam anlar mıydı içi kayıp dolu kuyunun dibini?

18 Nisan 2013 Perşembe

Silmek için binlerce sebebi varken ihaneti yutan fakat kendisi tek kalemde silenen bir kadın olarak konuşacağım bugün. Nasılsın,yalnız mısın,kimin ellerinde kenetli şimdi ellerin,hiç düşünmüyor musun beni? Hadi anlat bana. Susma. Sen de susarsan dünyayı arkamda bırakacağım çünkü. Unuttun mu birlikte büyüdük biz? Acıyı ilk kaldırım taşlarında öğrendik,ardından yağmurda ıslandık. Ayrıydık fakat aynı gökyüzüne bakıyorduk işte. Yetmez mi? Hatırla, bir kez tutmak için ellerini senelerce bekledim. "Sevseydi bekletmezdi seni" dediler,aldırmadım. İçini biliyorum çünkü,en derinini. Ellerinde başkası varken yere yığıldığımda bile kızamadım sana. Hem sadece aşık olduğum adam da değil, dostumdun unuttun mu? Az anlatmadın bana onu ne kadar sevdiğini. İçim acıdı,ağladım ama susturmadım seni. Sana binlerce kez gidiyorum dedim bir adım geriden takip edebilmek için seni... Ki sen hiç korkmadın zaten beni kaybetmekten. Bana bir kez bile seviyorum demedin ama inanmak istedim sevdiğine. İster takıntı de ister manyaklık. Gerçek seni bilemem ama bendeki sen kahramandı karanlığı aydınlık yapan. O yüzden vazgeçmedim hiç,vazgeçmem. Çünkü biliyorum içimdeki sen,sensin bir yerde. Nerde veya ona ne oldu bilmiyorum. Sadece seviyorum,çok...Hem öyle olmasa her yağmur yağdığında seni de ıslatacağını bildiğimden yalvarır mıydım yağmura durma diye? Geceleri aydan geri ister miydim seni? Sen şimdi beni diplere itmişken biri beni tuttu çıkardı diye mi küstün ellerime? Yapma. Sana bir tek bile hatam yokken binlerce kez özür dilerim fakat arkanı dönme bana. Senin için çok ağladım ben,her şarkıda,her gece... Senin için bu aşka dair ne kadar acı varsa ikimizin yerine de çektim. Sadece gel istedim,sana ait olmak istedim,bir kez olsun arkanda değil yanında olmak istedim. Şimdi sen düşürdüğün kıza neden düştün diye kızıyorsun. Yapma... 

13 Nisan 2013 Cumartesi


Geçirdiği yılların göz kapaklarına ağırlık yaptığı kadının,annemin karşısında daha yaşının üçte biriyken ağladım yorgunluktan. Yoruldum çünkü. Ne gidenlerin izine düşmek istiyorum ne de boşvermek. Umursamaz olmak bile yorucu sanki. Ya da ne bileyim bu elleri kaç kişinin tuttuğunu hesap etmekte bile acizim. Sadece gözümün ucuyla bakıyorum ellerime ve yenmiş tırnaklar görüyorum,bazılar kanamış... Sahi ellerim bu denli çirkin olduğu için mi bıraktılar? diyorum. Bilmiyorum ya da düşünmüyorum. Her neyse. Sevgi mi yordu beni yoksa aşk mı kararsızım. Belki de aşka merhem olsun diye yarayı kanatan sevgiydi ruhumu acıtan. Her dinlediğimde ağladığım şarkı bile ağlatmıyor artık. Çünkü ağlayamıyorum. Parçalanıyorum,darmadağın oluyorum fakat bihabersin sen. Sen diyorum ya, kim olduğunu ben de bilmiyorum. O kadar kaldım ki geride hangi gidene sesleneyim bilmiyorum. Bilmiyorum ya da umrumda değil, her neyse. Bu defa sadece ruhum da değil, bedenim yoruldu sanki. Misal yürüyemiyorum,bir insana uzun uzun bakamıyorum artık. Gülemiyorum,ağlayamıyorum,uzun uzadıya sarılamıyorum kimseye. Film izlemiyorum mesela. Çünkü o kızın bu denli sevilmesine katlanamıyorum,nefret ediyorum. İçinde ayrılık,ihanet ya da aşk olan şarkılar boğuyor beni. Çünkü hepsi benden çalınmış gibi... İlk defa yalnızlığı iliklerime kadar hissettim. Yatağıma yattığında hep omzumda bulduğum kafanı bulamıyorum artık. Tek kişilik yatağa nasıl sığdı yüreğimiz düşünmüyorum artık. Hele o gece el ele yürüdüğümüz sokaklar aklıma bile gelmiyor. Özlemiyorum mesela artık. Çünkü sana ait ne varsa yaktığım eşyalarının küllerinde sakladım. Sesini duymuyor kulaklarım, yüreğim anmıyor seni. En azından tebessüm yok artık hatırlarında. Anlattığın o kadar masal çocukluğumda kalmış gibi,umursamıyorum,ders almıyorum. Kaç cümlen varsa kesik kesik... Yürümüyor çünkü diğer türlü. Kokunu özleyip kendimi parçaladığımı bilirim ben. Seninle uyuyup her gece, yalnız uyandığımı bilirim. Ellerim her üşüdüğünde deli gibi ağladığımı bilirim. Her apartmana girişimde merdivenlerde yokluğunla karşılaştığımı bilirim. Sana dönen kaç yol varsa döndüğümü bilirim. Ama olmuyor işte,gitmiyor,bitmiyor bu. Ne hayalin var ediyor bizi ne de yokluğun siliyor... 

12 Nisan 2013 Cuma


Boşluklar var her yerde. İçimde,gelecekte,geçmişte,hayallerimde hatta gökyüzünde bile. Kayboldum ya da aramıyorum. Belki de bu umrumda değil, boşver. Sen,o veya herhangi biri boşluğa bin katıp giderken ne yaptım ben? Ağlamadım sadece,hayır.Aldım elime çakmağı,yaktım sigaramı mesela. Geri versem bile içime çektiğimi bir nebze dolduruyor sanki içimi. Ya da ne bileyim her içime çektiğimde bir kez daha eyvallah dedim ne varsa kırıp geçiren. Bu ne melankoli ne de abes. Bu boşlukta sallanan her insanın tuttuğu dalı. Sanal bir ağaç fakat en azından bağlanmak bir şeye amaç. Hem yazar boşuna dememiştir ki "Benim için yanan bir o var." diye. Sanki sigara her kaybedene verilen bir teselli,belki kaçış,belki ölüme yürümek... Belki her şeyleri bir anda hiç olanların kırılıp dökülen hayalleri. Ne özgürlük ne de özgünlük. Sadece yorgunluk. Ama asla mutluluk değil. Çünkü seni mutlu eden onun yanması değil, seni üzen de bitmesi değil. Seni üzen her sokakta,evinin her köşesinde yaşayan anılarını görmemek için dumanın gözünü buğulaması. Seni üzen, onun ısıtamadığı ellerini sigara külünün yakması. Kaybolmak dumanların arasında,gözlerinin yanması... 

9 Nisan 2013 Salı

Geçtim en karanlık odaya diz çöküyorum. Kimseler dokunmasın diye... Dokunsalar ağlarım çünkü,ağlarsam da anarım o günleri. Ağzımı açmak,gözümü kırpmak,kafamı çevirmek istemiyorum. Zor yutkunuyorum. Ağlamaya ramak kalmış fakat cesaretim yok. İnatla,küçücük bir umutla sordum son kez "Sahi unuttun mu beni?" diye. "Unutmak zorundayım" dedi kararlı bir şekilde. Bak bir etrafına kim doğru olanı yapıyor? Sana mesaj atmam doğru muydu sanki? Nerde gururum? Kim bilir kim bastı geçti üstünden. Nerde benim inancım? Yok olmuş sanki süzülerek gözümün önünden. Olmuyor bak. Her zaman olması gereken olmuyor. Yanımda olması gerekenler nerede mesela? Kim sakladı ki o çok küçükken hissettiğim huzuru? Kim yarattı ki içimdeki kocaman boşluğu? Kendimi toparlayıp cevap verdim sonunu bile bile... "Bu kadar mı kurtulmak istedin benden?". Ve seni unuttum demenin en nazik şekli olan bir cümle geldi telefonuma: "Sadece doğru insanların yanında ol ve kendini üzme:)". Zaten hep böyle değil midir? Gidenlerden öğreniriz beklemeyi ya da üzenler öğütler üzülmemeni.

24 Mart 2013 Pazar

Sessizliği kadar yalnız bir kız tanıyorum. Terketmeye korkak fakat sevmeye cesur bir kız. Zaten ne olduysa bu yüzden. Saçlarını yolduysa,yumruğunu sıktıysa,yüzünü ıslattıysa,gözyazşını yuttuysa bu yüzden.  Seviyorum diyene inatla inandı fakat bir yandan da bildi kendinden daha fazla sevemeyeceğini kimsenin. Koşan birini yakalayıp ardından sürüklenmek gibiydi onun için sevmek. Koşan seni yorulduğunda bırakıp hafiflerdi. Senin koşmaktan soyulan ayakların mı? Kimsenin umrunda olmadı ki. 
Kız oracıkta yığıldı yere... Bir daha koşmamaya kararlıydı ve çatık kaşlarından belliydi yorgunluğu. Ardından bir adam geldi kızın yanına. 'Yorulmuşsun' dedi kıza. Kız sustu.'Ben sana kıyamam ki hem,taşırım kucağımda' dedi kıza. İnandı. Sımsıkı sarıldı adama ve emindi sevgisinden.  Hem hep düşecek değildi ya? Artık gülümseyince gazmelerini gösterebilecekti birine,gözleri kuru kalacak ve parlayacaktı belki. Olmadı. Adam ilk bulduğu fırsatta fırlattı kızı. Kız ne düşmekten yorulmuştu ne de canının yanmasından. Canını yakan ,gidenin gölgesinin umutlarını karartmasıydı. Ve bir cümle ırzına geçiyordu bütün cevapların. 'Neden?'.
En son ellerim üşüyordu. Çırılçıplaktım ve utanmıyordum. Etrafımda bir sürü hemşire yüzüme bakıyor ve 'Bir insan neden ölmek ister ki' diye acıyarak bakıyorlardı bana. Gözümü açacak gücüm yoktu fakat karşılarına geçip anlatmak istedim her şeyi. Kaç yüreği uğurladığımı,kaç kez yanıldığımı,ne kadar özlediğimi,ne kadar beklediğimi... Göstermek istedim yüreğimdeki gidenlerin izini,her tutanın biz çizik attığı ellerimi, bir baba tarafında hiç öpülmeyen saçlarımı. Bütün bir gece yanımda bir sürü yaralı,hastayla baş başaydım. Kulağımda benim için ağlayan annemin hıçkırıkları vardı,ölememenin bedeli bu kadar ağır olmamalıydı. Kalkıp sarılmak istedim ve kokusunda yaşamak istedim fakat ellerim bağlıydı. Akan gözyaşlarımı bir bir yutarak ağladım. Oysa sadece yorulmuştum. Kafamı koyduğum yastığın ıslanmasından,ellerimin üşümesinden,uğurlamaktan,duraklardan,perdeden süzülmeye çalışan güneşin çaresizliğinden ve geceden... Gidenler gittiğiyle kalsa belki yıkılmazdım bu denli. Hepsi tekrar tekrar ve tekrar gelip bir darbe daha yapıp gittiler insafsızca. Babama kızmaktan sıkıldım, bir babam olsun diye ağlamaktan sıkıldım. Güçlü görünmek adına derin nefes alıp içimdeki külleri savurmaya çalışmaktan yoruldum. Hayat dediler çoğu kez. Tek beklentim hayattan yanaydı fakat o da aldı elimde avucumda ne varsa. Ben de hayatın götürdüklerini ölüm getirir sandım. Yanıldım. Çünkü ne yaşamda ne ölümde yanımda olmadı hayatımı adadığım. Babamın bile haberi olmadı,ört bas ettiler bu rezilliği. Ben mi? Ben, benim olmadığını bildiğim bir sürü senle doldurdum yüreğimi. Daha dolu daha şişik gibi fakat daha çaresiz şimdi. Hem şişmiş gözlerim olmadan da doğardı güneş. Her adımda yıkıp geçtiğim kaldırımlar ne kaybederdi yok oluşumdan ? Sen ne kaybederdin senliğinden? İşte bu yüzden yok olmak istedim. Okumadan geçeceğini bildiğimden silinmek istedim. Görmezlikten geleceğin için kaybolmak istedim. Kaçacağını bildiğim için gitmek istedim. Hiç ısıtmayacağın ellerim buz kesilsin istedim. Hiç sarmayacağın belim kurusun istedim. Varlığım beş para etmezdi kimsenin gözünde, yokluğum iz bıraksın istedim. Sana gitmek nasıl olur son kez göstermek istedim.

19 Mart 2013 Salı

Sana sevmeyi öğretemem ben. Ben ki kelimeleri bırak hayallere dökemedim içimdeki derinliği. Karşına geçip seviyorum diyemedim bir kez olsun. Oysa ellerim,gözlerim,saçlarım her bir yerim harkırdı fakat duyamadın. Ben sana unutmayı da öğretemem. Ben ki bu son deyip 5 kez çaldım o şarkıyı. Gözlerin gözlerime gelince uyumadım gece boyu,ellerim üşüyünce boynuma sardım,yastığımı omzun yaptım uyuyakaldım… Ben sana gitmeyi öğretemem. Ben ki hep duraklarda yaşayıp bir kez binmedim o otobüse. Hep geride kalan,el sallayan ve yola yığılan oldum. Bir kez olsun yürümedim ben arkama bile bakmadan. Koştum durmadan,ardına bakmadan gidenlerin ardından…
Hiçbir şeyi, hiçkimseyi unutamazsınız tam olarak. Sadece unutmak istediğiniz anlar ve unutmak istedikleriniz vardır. Çünkü zihninizden akmayan sahneler vardır, her saniye cümleler tekrarlanır içinizde. Onu nasıl göz göre göre kaybettiğinizi hatırlarsınız durmadan. Susarsınız. En iyi yaptığınız şey odur. Siz en sağlam çığlığınızı sükunetle atarsınız. Çünkü pek önemi yoktur artık sesinizin duyulması. Perde kapatılmışsa,kapılar vurulmuşsa,duvarlar konuşmuşsa sana,şişmişse gözlerin, yüzün göğsün,için yanmışsa bir kere, en sevdiğin "iyi ki"ne  "yazık" demişsen; ne önemi var devrik cümlelerinin?
Mesela şarkıların sözlerine de küsüyorsun. Melodisi yetiyor artık. Bağıra çağıra gitme diyorsa şarkı, kısıyorsun sesini. Anlamsız geliyor çünkü "Gitme." cümlesi sana, sen bağıra çağıra susarken ihanete. Çık karşısına durdur onu diyor kitaplar. Yapamazsın. Sen ki yol oldun, çiğnedi geçti o. Dik duramıyorsun,zayıfsın. İyi bir eş, iyi bir baba hatta iyi biri olamayan bir adamdan bile aciz hissediyorsun kendini. Etrafındakiler güçlüsün diyor, evet.İnatla reddediyorsun çünkü yaşamıyorsun. Nefes alıyorsun, yürüyorsun, yemek yiyorsun ama olmuyor işte. Çünkü ileriye bakamıyorsun bile. Yaptığın tek şey tekrarlamakken bir adım bile atamıyorsun ileriye. Sen bazen kendinden kaçıyorsun ve o an kapı,pencere, yatak, duvar, dolap ayna oluyor sana. Ondan kaçıyorsun bir de. Her gün önünden geçtiğin bakkalda, sakız fallarında, kaleminin sivri ucunda, hi. farketmediğin bir ofiste görüyorsun adını. Ve biliyorsun, sen bir adım atamıyorsun ama o yaşıyor. Onun özür dilediği ve senin affetmedeğin yüzlerce senaryo yazıyorsun. Ama o gelmiyor. Ceplerinde unutamadıkların kalıyor.
Arkana bile bakma derler. "Git,dümdüz git başın dik." Gidemezsin. Sen ki bilirsin o çiçektir ve sadece arkanda değil. Yerdedir ama her yerde... Sağın solun önün arkan o olmuş bir bakmışsın. Ki sen kıyamazsın onu ezip yürümeye. Kalırsın orada,yanında. Solmasından bile korkarsın zamanla ve o solmaz. İlk günkü kadar diktir, senin aksine. Tek beklentin mevsimlerdir artık. Sonbaharı bekleyen tek aşıksındır sen.Ta ki geldi sonbahar, soldu çiçekler. Yerini yapraklar alır sapsarı... Onlar hatırlatmaya başlar artık onu. Hiç ezemediğin. hiç geçemediğin o'nu. Anlarsın sonra; o, baharda çiçektir, sonhabarda yaprak, kışın gözlerini alan kar ve yazın seni yakan güneş... 
Tek kelimeyle "Unut artık!" derler. Unutamazsın. Onun gözleri, onun saçları, onun gölgesisindir sen. Onu ne kadar sevdiğini unutamazsın. İlk yediğin tokat gibi, ilk tuttuğun el gibi yapışır üzerine. O güldür kıpkırmızı ve sen ellerindeki kana rağmen sımsıkı tutarsın. Bırakamazsın. Sana yeri gelir bir sürü papatya sunarlar. Sen ki kırmızısına aşıksın, gül sana aşık değil diye bir papatyadan medet ummazsın. Yapamazsın. Hiç öpüp koklayamadığın bedenine papatyayı sunarlar,dokunamazsın.
Bir romana ortasından başladım bir nevi. Eksik ama bir o kadar dolu. Yarım ama bir o kadar anlamlı.Sonunu bile görmeden sevdim seni. Seni sevmek inancımdı benim, sonumun cehennem olduğunu bildiğim. Bile bile vazgeçmediğim. Cümledeki o beceriksiz hep bendim ve katı olan hep sen... Tutamadım giderken seni. ki sen zaten hiç kalmadın.Ne zaman gelsen güneş ufkun ırzına geçti, ay parladı iki misli. Ama her gelişinin gidişi olduğu gibi güneşi hep batıda izledim. Ya gidince kararıyor her yer ya da karardığı için gittin. Karar veremedim. Sonra pes ettim olabildiğince aciz. Çünkü ne karanlık aldı seni benden ne de aydınlık geri verecek...Sen gittin ve döneceksin bir kez daha gidebilmek için. Ben mi? Bir kere geleceğini bilsem bin kez okurum o romanı sonunda gitmemen için.Son kez ironi yapıp seviyorum desen inanırım. İster gözümü kamaştır, ister büyüt göz bebeğimi ; ben gidişine bile hayranım. İstenmeyenin istemeyene muhtaçlığı belki benimki... Sen güneşsin çünkü. Yalnız benim ol diyemem, benim ol bile diyemem ki. Kal dedim, burda kal. Gitme! Fakat her seferinde önüme vuran gölgemle uğurladım seni. Ne karanlığa küsüm ne aydınlığa artık.Kapadım gözlerimi çünkü. Bakmıyorum.Yoruldum. Gözlerimin yanmasından ya da ıslanmasından... Bir kez gelsen razıydım karanlığa,geceye,sıcağa. Hiç gelmeden defalarca gittin, masal bu ya...

17 Mart 2013 Pazar

Çok kırıldığında öfkeni bir kenara bırakıp düşünüyorsun. Küfürler anlamlarını yitiyor. Kelimelerin hiç biri doldurmuyor içindeki o boşluğu anlatmaya. Susuyorsun. Boş bakıyorsun,ağlayamıyorsun,bağıramıyorsun. Gücün bile olmuyor kalkıp en iyisinden bir tokat patlatmaya. Susuyorsun. Duvarlara,aynalara,yatağına susuyorsun. Miden oyuluyor ve susuyorsun.
Son tekrar
Hiç gıcırdamayacak menteşeler. Açılmayacak pencereler ve sokak lambaları sana umut vermeyecek. Elinde telefonla tebessüm içinde kopamayacaksın hayattan. Hele o güneşlikler. Zırhın olacak sana ve asla yerinden oynamayacak. Aynalar mı? Söküp atacaksın hepsini. O sen değilsin bakma hiç. Ve sen asla bir şeyi birden fazla yapayacaksın artık. Zaten ne olduysa bu yüzden olmadı mı? 2. kez izlenen filmler,tekrar tekrar dinlenen plaklar,ona verdiğin bir sürü şans…

Bir kız var. Gördüm,biliyorum. Kaçıncı kez bilinmez ama ‘tercih edilmemiş’ yine. Artık gözlerinde niye sorusu yok. Kapatamıyor gözlerini. Kapatsa yanacak sanki,batacak bir şeyler gözbebeğine. Dişlerini sıkıyor ama öfkeli değil. Hissettiği o iğrenç,dalga dalga yayılan his öfkeden de güçlü. Oturmuş merdivenlere bir noktaya bakıyor sadece. Elleri buz gibi,nefes alırken titriyor,yutkunuyor arada ve her yutkunmasında bir damla akıyor gözünden. Dudaklarını damlalar ıslatıyor,dudakları parlıyor. Hiç konuşmuyor. Kırgınlığını,acısını,ihaneti,tekrar tekrar ve tekrar yanılmanın verdiği hayal kırıklığını,pişmanlığını tarif edecek ne kelimeler var zihninde ne de gücü. Daha yarım saat önce o şarkıyı dinlemişti kız. Dinlediğinde onu hatırladığı şarkı. Dinlerken başka bir erkeğin kolunda ağladığı şarkı. Ve kolunda bir başkasını taşıyan sadece kız değildi. Evet öyle. Uğruna ağladığı,o sırada ‘tercih ettiğiyle’ el ele,beraber ve mutluydu çünkü.

Kız inanmadı. İnanmak istemedi hiç. Ne bileyim gözleri yanlış gösterirdi,kulakları yanlış söylerdi,içi yalan söylerdi ama o yapmazdı böyle bir şey. Gördüğüne,duyduğuna,içten içe bildiğine değil ona inanmak istedi kız. ‘Özür dilemişti. Pişman. Hem o kıyamaz bana’ dedi defalarca içinden. Ama olmadı işte. İşe yaramadı hiçbiri. Çünkü onu haklı çıkaracak ne kadar ‘belki,çünkü,oysa,ama’ varsa silindi yeryüzünden. Çırpındığıyla kaldı kız. O hayatıydı,canıydı,zaafıydı,ilk aşkıydı. Ya sonra? İhanetten sonrası? Romanlarda nasılsa öyle oldu. Kız başbaşa kaldı sorularıyla,şarkılarla,kahve fallarıyla,elleriyle.  Defalarca öldü kız. Ama hala bilmiyor ne yapacağını. Usanmadı hala ona şans verip öldürülmekten. Napabilirdi ki? Tarif edemeyeceği kadar sevdi,boyundan büyük sevdi. Hem hep böyle değil miydi? Sevenler ağlardı şarkıda. Öyleydi tabi ama kız sadece bir şeyi anlayamıyordu. Ona kıyamazdı. Defalarca affetti onu. Vazgeçerdi onun için her şeyden ki vazgeçti. Ondan sonra bir sürü hata yaptı kız. Kendini çiğnedi,tanıyamadı kendini. Ama o geldi ya,pişmanım dedi ya hepsini unuttu kız. Anlamıyordu kız. O nasıl kıydı? Aptal mıydı yoksa kalpsiz mi?

Zor oldu. Geç oldu ama kız o an vazgeçti ondan. Defalarca terketti,aldattı,ağlattı,kırdı ama bu defa farklıydı işte. Kızın gözlerinden belli. İkna olmuş hiç sevmediğine. Umuda dair zerre bırakmadı içinde. Evet. Onu hatırladıkça tekrar edecekti ‘hiç sevmedi.’. Boşa geçen 2 senesine üzülecekti kız belki ama anmayacaktı artık. Anarsa özler biliyordu çünkü.

Kalktı ayağa yarını düşündü. Ondan sonraki günü,çok ilerisini. Toparlanacak,dik duracak,anmayacak. Gülümser misin artık? diyenlere ‘yarın bir daha sor’ diyecek. Uzun sürecek belki ama gülecek kız herhangi bir yarın ve açılacak güneşlikler.
Yastık
Kalbinin atışını bilmeliydi,hissetmeliydi belki onu hızladıran. O zaman anlar mıydı seni? O zaman satır satır üzmezdi de kelime kelime mutlu eder miydi seni? Belki ensesini değil alnını izlersin bir gün? Olmaz mı? Sana doğru yürümez mi bir gün? Radyoda şarkı tutarsınız belki beraber? Bir şarkınız olur belki? Hayır hayır o da değil. Siz olursunuz belki bir gün? Yastığının ıslak olduğunu bilmeliydi belki özlenen. O zaman düşünür müydü seni? O zaman iner miydi şişliği gözlerinin? Tebessümlerin yerini kahkahalar alır mı bir gün? Canın yanarken dokunmalıydı sana belki yakan. Eli yanar mıydı o zaman ? Hisseder miydi ateşi,acıyı,seni? O senin olamaz,evet. Sadece yanında olsa olmaz mı peki? Onun varlığı huzur. Sadece gitmese olmaz mı? Olmaz,hayır. Çünkü sen vazgeçtin. Kırdı,acıttı,yalan söyledi,hiç olmamış gibi gösterdi. Sahi olmadı mı hiç seninle? Olmadı. Olmayacak. Çünkü hiç bu kadar istemedin onu unutmayı. Unuttun mu? Hayır. Ama vazgeçtin. Ne kalbini hissetmesini ne yastığının ıslaklığına dokunmasını ne de elinin yanmasını istiyorsun artık. Ondan,geleceği yoldan,ellerinden,omzundan,kirpiklerinden vazgeçtin sen.
Bir kere inanarak söyleyebilseydim “orospu çocuğu” diye , farklı olabilirdi şuan her şey. Bir kez olsun inansaydım o içinde aşık olduğum sen’in yokluğuna, vazgeçerdim. Bir anlık da olsa bana söylediğin o kadar söze kırılabilseydim,gururumu öne sürebilseydim, izin verirdim zamana seni eskitmesine. Bir kez olsun beni duyacağını bilsem gitme diye bağırırdım durmadan, sen giderken öyle. Bir kere olsun özür dileseydin karşımda, sarılırdım sımsıkı. Bir kez geleceğini bilseydim, bin kez izin verirdim gitmene. Seni son görüşüm olacağını bilseydim, ağlamazdım hiç. Beni az olsun sevdiğine inansaydım “affettim” derdim ihaneti yutarak. Zamanı,canımı,rüzgarı sana verirdim...
2 adam 1 kadın
Hiç ısınamadığı ama aksine hep dolu olan ellerini hiç sevmezdi kadın. Evet,ellerini tutan iki adam ve bir kadın. Biri deldi geçti ellerini,insafsızdı. Aşıktı kadın,aldırmadı acısına. Bencildi adam,acımasızdı,boyunun aksine küçücüktü kişiliği,kararsızdı,sakakatsizdi,hiç durmadan aldattı. Vazgeçti kadın yürüdü sağa sola saparak. Her bulduğu yola saptı,ellerini ne zaman uzatsa yerde biri tuttu çekti yukarı ve tekrar düşürdü kadını. Düştü kadın,tekrar düştü,tekrar düştü.. Ta ki o çukurdan kendi kalkana kadar. Ta ki tek kişilik yatağının her köşesini ısıtana kadar, ta ki donana kadar elleri. Sonra adam geldi kadın ayaktayken dimdik. Başkaydı bu adam,yabancıydı ama bir o kadar tanıdık. Ne insafsızdı ne bencil ne de kararsız. Aksine kararlıydı adam,netti. Sen beni seveceksin dedi kadına seviyorum bile demeye gerek duymadan. Kadın inandı. Kadın hep inanırdı. Çok sevdi kadın. Kalbini delik deşik edip giden adama inat çok sevebildi kadın bu adamı. Aşkın koyduğu ağırlıkların üzerine kocaman sevgisini de koydu aldı sırtına yürüdü kadın. Kadın yürürdü hep. Yürürken düşünürdü,düşünürken özlerdi,özlerken ağlardı. Hem ağlar hem severdi. Çok da güzel severdi kadın. Bağlı kalırdı,özlerdi,beklerdi,ağlardı,öperdi… Korktu adam. Kadının kendisinden bile çok sevmesinden korktu,kaçtı kadından. Isıttığı ellerinden,dudaklarından,saçlarından,kokusundan kaçıp gitti. Kadına yine merdivenler kaldı hep yarısında kalıp ağladığı,kapılar kaldı kapalı,yatağı kaldı kırık.
Gel hapsolalım el ele demekti asıl özgür olmak. Seninle biz olmak varken hiç olduk misal. Ne vakit bakışsak tren girdi aramıza ardından dumanları… Gözlerim buğulandı. Ya da ne vakit yetişmeye kalksam sana taşa takıldı ayağım,o kahrolası uçsuz bucaksız sandığım yokuştan yok oluşunu izledim yavaş yavaş. Yine de her gidişini sevdim ben dönüşünü hayal ederek. Ve her gelişinde ağlardım gidişini kalem kalem çizerek. Gölgen düşerdi yalnızlığıma,kararırdım. Farzet ki hiç sevmedik biz, hiç ağlamadım yokluğuna  ve hiç şükretmedim varlığına. Sen farzet ki hiç film izlemedik, ısıtmadım ellerini, öpmedim hiç seni ya da saçlarımı satmadım rüzgara.
Kaç Çeker Yalnızlık Bu Ay? 
Yalnızlık kaç çeker bilmiyorum bu ay. Bu ay özlem dolu, keşke dolu değil hem yalnızlık. Vazgeçmişlik var, meğer var içinde. Soyulmuş dudaklarım, kanayan parmaklarım, hiç sönmeyen gözaltım var. İmkanı olsa göz bebeğini kapatacak. Göz bebeğine sorsan bakmamayı seçecek karanlığa bakmayı. Ama bakmak zorunda hem de dimdik. Emin. Çünkü çoktandır olmamıştı yalnızlık bu kadar asil. O, yanındaki ve herkes saygı duyacak yalnızlığa.
Aklım? Karar vermedi hala son mu yoksa başlangıç mı olduğuna bu lanet şeyin. Gerçi fark etmezdi. Her türlü akacaktı rimelim, ıslanacaktı saçlarım ve çatılacaktı kaşlarım.
Bu kadar mıydı? Bitti mi oyun? Kapandı mı perde? Söndü mü ışıklar? Bilmiyorum. O da bilmiyor. Bilmiyor hiç kimse. Ama duymuyorum hiç alkış sesi. Ne başlıyor ne bitmiş o halde. Ortasındayım, tam ortasında. Geriye dönsem olmaz. Ceviz kabuğu atmadım her bastığım yere, bulamam başladığım yeri. İleriye bakabilirim. Bakıyorum. Işık var, beyaz. İyi mi bu? Bilmiyorum. İnancım yok siyahın kötü olduğuna ya da beyazın saf kaldığına. En iyisi kalayım ben. Tam burada. Tam ortasında. 
Ağlamak çoğu kez sıcaktır. Bu kez üşüdüm. Parmaklarım buz gibi, dudaklarım bembeyaz. Diz çökmüşüm, küsen çocuk rolündeyim merdivenlerde. Babamı bekliyorum belki. Kocaman elleriyle, beyazlamaya başlayan saçlarıyla tam bir baba. Saçımı okşayıp başımı kaldıracak bir adam… Ne o geldi ne ben kalktım o merdivenlerden. Bekledim, biraz daha bekledim. Yüzüm ıslak kaldı, silemedim. 
Şimdi bir hikaye düşün. Senin hikayen. İçinde sen varsın  ve diğerleri. Sizin hikayeniz. İşte o hikaye yokmuş aslında. Öyle diyor masallar. Kahramanlar sana dönüp git diyor. Git, sen buraya ait değilsin. Masalın olmadığına değil ama senin masalda olmadığına ikna ediyorlar seni. Boşuna parlamış yanakların, boşuna birleşmiş dizlerin, boşuna inandın ona. Ve sen, hiç okumadın artık. Masallara inanmadın, masaldakilere baktın çünkü.  Bu kadar ucuz olmasının sebebi onlardı finalin. Sevmediler, yalan söylediler, anlamadılar, anlatmadılar, savaşmadılar, düşünmediler, değer de vermediler hiç. Öylece bitirdiler…
Ezgi KAYA