Hayat ellerinde bir uçurtmayken sıkı tutamamışlar vardır ya da kaçırmışlar. Tutunmayı beceremeyen sendin, kaçıran ben. Ve bilmeliydin bir şeyi yarım elde etmekten daha zordu onu kaybetmek. Gökyüzünde süzülüşünü izlemek...
26 Ekim 2014 Pazar
Kimden ne öğrendiğin gösteriyor yaşamın sendeki ironisini. Annenden, babandan, üveylerinden, kardeşlerinden, dostundan... Ben annemden kadınlığı değil, adamlığı öğrendim. Babamdan, öz babamdan ise üveyliği... Abimden aynı kan grubunun kardeşliğe yetmediğini öğrendim. Aile her sabah açılan 6 kişilik yemek masası değilmiş, ben aileyi iki ince belli bardaktan öğrendim. Gidenler oldu kovulmadan, "Kal!" demeyi öğrendim. Hiçbirinde hiçbiri kalmadı, kalmayı öğrendim... En çok kalanların yüzüne vururmuş rüzgar, onların kesilirmiş soluğu, nefesimi tutmayı kala kala öğrendim. Söz verenler oldu, hayallerinde adımın geçtiği masalları başımı, benimsediğim omuzlara dayayıp derin bir nefes alarak dinledim. Hiçbirinin lafını kesmeden, gözlerim kapalı dinledim. O sözler tutulmadı, kimi zaman öyle bir masal ,kimi zamansa o masalda benim yerim yoktu... Kaldırdım başımı, açtım gözlerimi, aldığım nefesi vermeyi öğrendim... Gün geliyor kalbin hızlı atıyor, belki aşktan belki korkudan. Ya boktan bir cümle durduruyor kalbini ya da bir Sezen Aksu. Ve her kalbi durduğunda çürürmüş insan, yaralanırmış biraz. Her gece sevgim bana "acıyor!" dediğinde öğrendim. İnsan bir kere duraksayıp kalbini tuttuysa acı içinde, can çekişmişse, korkak oluyor...Değil o yarayı iyileştirmek, unutmaktan dahi korkuyor. Bir yerden sonra kendini değil,sadece o yarayı koruyor. Yalanlarımı yaralarıma zırh yapınca öğrendim. Bir masal kırk gün kırk gece düğünü olan prenses için bitiyor fakat kerevetine çıkanlar için bitmiyormuş. Ardıma bakmamayı böyle öğrendim. Kalanlar içinde yalnızca soruları, acıları taşırken gidenler acıyla umudu bir arada taşırlarmış. Umuda dair tek umudun gitmek olduğunu giderek öğrendim. Karar vermenin güç, beklemenin acizce olduğunu hikayenin tercih edilmeyeni olduğumda öğrendim. Aşkın aşıklara ortak bir miladı olmazmış meğer. Senin için hiç başlamayan şeyi on altı mevsim sonra bitirebildiğimde öğrendim...
5 Eylül 2014 Cuma
Benim yalnızlığım senin sükunetinle çoğalmıyor, senin yalnızlığın ise benim ellerimle azalmıyor. Senin yalnızlığın güneşin doğuşunda saklı, benim yalnızlığım batarken ufkun ardından ağlayan güneşte... Yan yana dahi gelemiyorlar, acıyamıyorlar birbirlerine. Bazen sana sesleniyorum, kuşlara emrediyorum ismimi hecelesinler sana diye. Çağıldayan bir dere kesiyor önlerini ve sen yine duymuyorsun beni... Huyumdur, fısıldarım geceleri. Duyma diye değil, kaçma diye... Çünkü bir dinlesen haykırıştır o "gel" diye, korkarsın. Belki de isyan edersin geceye... Bazen takılı kalıyorum bir düşüncede, bir bakışta, bir anıda, bir sözünde. Tutmadığın bir sözünde... Sana dair, sana ait ve senin için kurulan bir sürü cümle kalıyor yutağımda, dillenemiyor hiçbiri. Ellerim üstleniyor bütün işi, yazıyorum. Yazanlar yalan söylermiş zaman zaman, en çok da okunmayacağını bildiği zaman. Okuyanlar da anlamazmış her yazılanı, anlasın diye yazılan itirafları...
Gel bu gece bırakalım "ama sevdim" masallarını, yatır omzuna "sevdim ama" masalınla uyut beni. Bu defa inanırım belki... Gel bu gece atalım bir köşeye duaları, pişmanlıklarını da al ağla yanımda. Gel seninle son kez sessiz sinema oynayalım. Gitmeyi anlat sen bana, yine anlamayayım. Ben sana sevmeyi anlatayım, yine kapat gözlerini. İnsan neden acımasız olur, nasıl bile bile yakar onu seveni? Bunu tartışalım bu gece. Sen kafanı kaşı " huy işte..." de. Ben bir sigara yakayım "nefsi müdaafa" diyeyim. Bak! ikimiz de yakmışız bir canı, içlerinde yarattığımız yangını yağmura emanet etmişiz. Sen buna huysuzluk dersin, ıssızlık dersin dudağın bile düşmeden. Ben sırf anlayabilmek için seni; bir gün huysuz, diğer gün ıssız olurum. Dudaklarım lal olur, yıkasam da geçmez saçlarımın tuzu. Çünkü acımasız olamazmış bir aşkın, bir dünün mağlubu...
3 Temmuz 2014 Perşembe
Sevmeyi öğrenirsin, kalarak ve sırf yaşadım demek için ölmek istersin bazı geceler... Bir insan ne kadar yanılabilirse o kadar yanıldım belki, belki de zor öğrendim sevmenin vazgeçmekten geçtiğini.
Saat tam 04.00... Elimdeki kalemin sesi bütün şehirden duyuluyor. Duyuyor musun sen de? Duyma... Sen okuma diye yazdığım tek yazı, belki de en yalnızı...
Çünkü hiç anlamadığını anlayalı daha bir soğuk bu şehir. Daha gürültülü, daha karanlık. Bak! Şehir bile umudunu köreltmiş bize.
Uzun zaman sonra yarından korkmadan, diktim gözlerimi geceye güneşi bekliyorum. Artık sana hiçbir şeyin aslını anlatmayacağımdan belki de bu tembellik. Neden 'gitme' demediğimi, sana neden ellerimi uzattığımı hatta sen farkında değilken seninle ne zaman vedalaştığımı bile anlamayacaksın. Bu defa ne sen suçlusun ne de ben haksız. Bütün ihale anılara kaldı.
Sen sana son kez sarılışıma anı diyorsun, ben saçlarıma karışan kirpiğini anıyorum.. Sen ellerime değen ellerine anı diyorsun, ben avucumdaki kokunu kaç kez içime çektiğimi anıyorum. Ve sen anılara kızıp bizi öldürüyorsun, şehrin en kalabalık yerinde, ben sana kızıp anılarımızı yaşatıyorum bir çakmağın ateşinde. İstesem kor olur, yakar seni de beni de bize kıyamıyorum sadece...
Sevmedin de demiyorum sana. Sevenler ellerinden ele verir kendini... Yanlış sevdin diyorum, anlamıyorsun.
Sen doğru insanı yanlış sevdin. Aşkı zamanın avuçlarına bıraktın. Zaman ki mezarıdır aşkın. Ve istediğin kadar su dök üstüne, üzerinde yeşerir ayrılık.Ben yanlış insanı doğru sevdim. Aşkı umudumun hemen yanına bıraktım, ayrılmasınlar diye. Meğer çürütürmüş umudu aşk. Şimdi ölü kokusu sinmiş üstüne...
19 Mayıs 2014 Pazartesi
Terketteğim şehirler kadar sisli mazimiz. Seni bilmem ama ben en son bir buğday tarlasında gördüm gözlerini. Eski bir evin önünde bekledim saatlerce ve duydum bir kez daha "seviyorum" deyişini. Cılız bir ağacın altında yaktı gözlerimi nefesin... En son küçük bir parkta yattın bacaklarıma. Ben saçını okşadım, sen sorular sordun bana. "Hayat nasıl?" dedin , sigara yaktım. "1 sene önce, ellerin benimken, saçlarımda kokun varken de boktandı. Şimdi sensiz daha bir boktan"diyemedim... "Aynı işte..." dedim, gülümsedin. En son sana "eyvallah" dediğim uzun yolda affedecektim seni, önümden geçti sen ve şimdi ellerinde mutlu olan kız. Yapamadım... Ve daha bulanık içim, gözlerim, kalbim. Affetmek için aldığım o derin nefesi on misli geri verdim. Kendime güvenmek, sana inanmak için fırsat verdim bir sene sonra. Günü gününe haklılığımı aldım sırtıma, yığıldım. Dilediğin özürler mi? Son ihanetinin çığlığı onları da bastırdı. Duyamadım... Sonra hiç bilmediğim şarkılar dinledim, yüreğim bu defa seninle dolmasın diye. Yine seninle dolup ellerin sensizliğinle ona dokunmasın diye. Yolun zorunu yürümüşken karşıma çıktın yine, korkmadım. Ve korkmadığım içindi o cesurca beni savuruşların. Gözlerimden anlarsın diye bir kez bile "Yapma..." demedim sana, sen "benim!" dediğin gözleri geceye gebe bırakıyordun oysa. En son bir geri sayımda öptüm yine seni sıfır demekten korkmadan. Gözlerimi kapattım, sen sana sandın onca karanlık. Karanlıktan korkardın "git" dedim... Oysa gözlerinin ışığını unutmamak içindi o zifiri karanlık, sen gidince bir sürü gündüzün ardından sıfırı da tükettim. Sesini bekledim aylarca, seslenmedin. Düşe kalka çarpa çarpa aradım nefesini, açamadım gözlerimi...En son kollarında günler önce ağladım senin için, "Neden?" dedin. Dudaklarımdaki tuzla yalan söyledim yine, "Özledim" diyemedim... En son bu gece özledim seni. Konuşamadım, ağlayamadım,duyuramadım sesimi sana. Yüreğimdeki seni sustum, içindeki beni duydum. "Yalandan da olsa, ne güzel güldün o akşam bana."...
16 Nisan 2014 Çarşamba
Bir güvercinin iki kanadıydı soru ve cevaplarım. Bazen tökezlerdi herhangi biri fakat düşmezdi güvercin. Ve güvercin umuttu bize. Beyaz, hafif, asil... Önce sorularım tüketti nefesini, kaybettim. Ardından cevapları bir bir yuttum, vazgeçtim. Yere bakamadım fakat saçlarıma yapıştı bir beyaz tüy... Umudun cesediymiş meğer. Ve ağır olurmuş tüyden de olsa bir ceset.
Ayrılıklar her zaman acıtmıyormuş yüreği. Bu kez acımıyor, korkuyor. Bahaneleri, sitemleri, iftiraları öyle yerli yerine koydum ki derin bir nefesin dağıtır etrafı diye korkuyorum. Oldu ve bittili hikayemizin bittisini bir an için unutur da oldusunu hatırlarım diye korkuyorum. Hatırlar, inanır, özlerim diye bu korku. Bu yüzden sen, ben ve biz dışında bütün acılar benim şimdi. Etrafa bakıyorum aynalara bakmayayım diye... Mesela dün bir dilencinin mendiline ağladım, bugün araba çarpan bi sokak köpeğine. Yarını kim bilir ...
Bir de özür beklemekten daha zormuş affedemeyeceğini bilmek. Hele ki saçma sapan bir gecede, tozlu bir otobüs koltuğunda gözlerinin ağlamamak için ağaçları saydığı bir sahne varsa retinanda dönüp duran. Ya da çoktan koşarak kaçtığın bir yürek ardından "defol!" dediğinde senin terler içinde titrediğin bir sabahın varsa. Demem o ki zor. Affetmek kelimesinin ilk hecesince ihaneti sayıyorsan zor...
Affetmek diyorum, bir nevi sindirmek. Kahraman'ın dediği gibi "Seni içimde kovuyorum" demek artık. Hem ayrılıklar bu yüzden değil midir? Her birinde bir kelimenin anlamı değişir. Kimi zaman sadakatin, kimi zaman hayallerin, kimi zaman da affetmenin. Ve değişen hayallerinse beyazın hangi tonu olduğu farketmiyor, kapkara çıkıyor günyüzüne...
Her aşkın bir şarkısı vardır derler ki bence her aşk bir şarkıdır. Ve şarkının öyle bir ezgisi kesiyor ki nefesini, büyüyü bozmamak için cümlelerini satıyorsun eskiciye. Bir tek sitemin kalıyor, o da belki .
Benim de tek keşkem kaldı senin için.
Keşke diyorum, keşke yas tutabilseydim senin için. En azından buna değerdik çünkü. Ağzımızdan çıkan o kadar seni seviyorum değerdi hadi biz değmesek...
Olmadı. Bir "gitme"yi bile haketmemişiz. Oysa güzel olurdu mehtabın kızılında seni özlemek. Sen fırsat vermedin, ayrılığa da aceleciydin.
Ben mi? Ben aksine, oyalana oyalana sildim sana ait her şeyi. Çünkü sen "git" dediğinde ben zaten başka bir otogarda sürüklüyordum valizimi ...
22 Ocak 2014 Çarşamba
Aşk uzatabildiğine bir cümleydi oysa... Noktayı koyduğun an mazi avucunda can çekişir, bütün amalar silinir. Sen hiç noktası olan şiir gördün mü? Sırf nokta koymamak için satır satır bölebilir misin özlemi? Bu cinayete girmez miydi? Keşke roman olabilseydik şu sonu üç noktayla bite fakat aslında bitmeyen. Dedim ki bir sürü noktamız olsun bizim fakat inadına büyük harflerle sevelim? Sonra? Sonra ayrılık fısıldadı kulağımıza, uyandık... Romanın sonuna dek vazgeçmeyen kız vardı ya hani? O olmaktan yoruldum ben belki. Belki de sen sevdiği kadın için her şeyi yapan o cesur adam olamadın. Nihayetinde ne dizelerimiz oldu bizim ne de üç noktayla biten bir romanımız. Bayat bir cümleydik öyle. Noktası belirgin, yüklemi belirsiz...
22.01.2014
10 Ocak 2014 Cuma
Bana, yaralı bir sokak köpeğinin sürüklenerek gidişini anlat baba. Daha gelmemişken yolun yarısına, yolda kendine rastlayıp çığlık çığlığa ağlayanları anlat. Denize aşık, sarhoş ve kıyısız kalmışlar anlat. Candan önce yürek tadarmış ölümü, ben ölmeden önce anlat...
İyileşirken kanamayan yara var mı hiç? "Artık bana ihtiyacın yok." deyip çekip giden midir asıl katil yoksa ilk damlayı akıtan mı? Anlat... Yeryüzü neden gidene ayazdır da kalana kasırga? Neden her roman "Ben varım" ile başlayıp yalnız ve devrik bir cümleyle biter baba? Ya da yalnız olmak yalnız kalmaya kaç basar? Göz kapaklarında maziyi taşıyan cılız bir adam umudunun zerresinden küçük, eski bir balkonda sarkarken kendini sevdiremediği için mi atlar? Yoksa sevemediği için mi kendini? Alışmak uyuşturur mu baba? Öyleyse neden her güneş baktığında bütün doğa ağlar? Anlat...
Hoş gelip de güle güle gidemeyenleri anlat bana. Kapalı kapıların ardındaki çığlıkları, çarpılan kapıları anlat. Bir de gitmeyi anlat bana. Adam gibi, kaçmadan, durgun ve defolmadan... Her şeye, herkese yabancı bir kız eksik midir yarım mı? Anlat. Sessiz bir ölümün çürük hayaliyle yaşayan o yaşlı adamı anlat bana. Ölüm bir gar mıdır yoksa istasyon mu? Anlat...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)