27 Mayıs 2013 Pazartesi

Yeni bir yüz, yeni bir tebessüm, yeni koku, yeni sımsıcak iki el... Her şey hazır da sen değilsin. Yanakların hazır değil, kızarıyor. Gideceksin bir yabancının yanına, tutacaksın ellerini belki. Gözlerine bakacaksın, sen güleceksin, gözlerin gülecek. Ta ki gözlerindeki perde inene kadar, ta ki yabancının gözlerinde ona dair tek bir renk bulamayana kadar. O an, tam o an. Ya onun kokusunu unutmak için ciğerlerini yabancının kokusuyla dolduracaksın ya da arkana bakmadan koşacaksın. Teslim edeceksin bir yerden sonra kendini karanlığa, en dibine. Onunla geçireceğin bir yarının hangi düne sakladın bilemeyeceksin hiç. Ne yarınların kalacak elinde ne de ondan öncesi. Tarih kitaplarında milatı arayacaksın hayatında. Karar veremeyeceksin miladın onun gelişi mi gidişi mi olduğuna. Kendi kendine soru sorma artık, çevrendeki ses dalgalarına kulak ver. "Madem büyük insandı, ona sor sorularını artık!" diyorlar. Cevap verme, veremezsin. Hiç susmadığın kadar sus, yolculuğa çık. Ona doğru çıkılıp onsuz dönülen bir yola çık. Yüzleş. Sonra bir bak sağ tarafına... O yabancıya son kez tebessüm et ve bırak orada. Çünkü onun gözlerine baktığında yanmayacak için. Çünkü hiçbir el onun elleri kadar senin olmayacak, sahiplenemeyeceksin. Çünkü o tanıdık "Seviyorum."u başka bir dudağı ıslatarak bulamayacaksın, duyamayacaksın. Üzüleceksin, küfredeceksin belki, nefret edeceksin. Üvey ne kadar şey varsa nefret edeceksin. Hem böyle değil miydi onu sevmek? Ya hep ya hiç. Hep'i hiç tatmadan hiçle savaşmak... Başka bir çift gözde çaresizliğini izleyemeye, kırık bir sandalyede sigara dumanlarını izlemeyi tercih edeceksin. Zaman gelecek yokluğunu yok sayacaksın bir gün daha yaşayabilmek için. Düğünde gelinin attığı çiçek üzmeyecek seni, o fotoğraf kadar. Gülüyor adam, sen ilk defa görüyorsun böylesine güldüğünü. Kafasını yaslamış yanındaki kadına, kollarını kadının kollarına sarmış. Sahiplenmiş. Ne biliyor musun? Ağlamayacaksın. Belki bir gün boyunca kaldıramayacaksın o fotoğrafı önünden, belki kırpmayacaksın gözlerini, belki göz kapakların yaşayacak ilk çöküntüyü... Hani şu hep yaptığın şey var ya, Kafanı hafif öne eğip, gözlerini kısıp "Eyvallah" diyorsun. Hadi kalk o halde artık. Son kez. Sana hiç dönmeyen gözlerine, boynundan süzülen o gözyaşlarına, ona, ondan öncesine, ondan sonrasına, o eve "Eyvallah." de... 

23 Mayıs 2013 Perşembe

Vazgeçmek nedir, elleri yanan bir çocuğa soracaksın. Öyle kararlı, öyle pişman, öyle güçsüz... Ellerim de değil sadece, hatırla. Yüreğim, içim yandı benim. Söndürmeye ne dudakların yetecek ne de nefesin. Ya da artık bağlamayacak ayaklarımı o en derinin 50 tonu olan gözlerin. Sen şimdi gittin ya , bu defa kulaklarını kapatmana gerek kalmayacak beni duymamak için. Gözlerini kaçırmak zorunda kalmayacaksın kızaran gözlerime bakmamak için. Ben ki karanlık bir odadaki küçük delikten süzülen o ışıktan vazgeçtim. Ben ki o uçsuz bucaksız gökyüzünde nokta kadar görünen uçurtmanın ipini çekmekten vazgeçtim. Bıraktım ellerimden gökyüzüne, bulutlara emanet ettim. Belki yine geleceksin ya da başka bir yürek bırakacak kendini bana. Sonbahar gelecek ve yine gideceksin... Yere dökülen yapraklara basacağım tek başıma, ezeceğim bir bir. Fakar ağlamayacağım. Çünkü ellerimi hissetmezken yakamazsın bir daha. Bir yangının ortasına bir kibrit daha atmışsın ne farkeder? Ben değil sen üzüleceksin artık sevgilim. Ben kül olacağım, sen basacaksın çünkü. Silinmeyecek paçalarından bir vazgeçenin külleri. Silemeyeceksin. 

9 Mayıs 2013 Perşembe

Özgür olamaya bir o kadar hevesli fakat sevmeye bir o kadar yeteneksizdin sen. Sanma ki benim gözümdeki kadar muhteşemsin, sanma ki gidersen ölürüm ya da vazgeçilmezsin. Sen sadece doğru zamanda doğru yerdeydin. Senin hep ön rafta kalmanı dilerdim fakat tozlandın zamanla içindeki kibirle. Bana hep adamlıktan bahsederdin bir mahkumun özgürlükten bahsetmesi gibi. Sen ki daha çocuksun sevdiğim, her eli boş olana uzattığın ellerin ne denli yakıyor tenimi bilemezsin. Benim ne kaybedecek bir şeyim var ne de korkum. Kahraman sendin lafta oysa hep cesur olan ben oldum. Az mı kestim önünü, az mı sormadım hep o cevap veremediğin soruları. Düşün... Düşün o yerlere göklere sığdıramadığın gururun bende mi büyüdü sadece yüreğinde? Ben bana koşarak geldiğini sanarken sen bir başka yürekten kaçıyormuşsun oysa, benden tüm gücünle kaçtığında anladım. Bana savurduğun bir kaç iyi kelime merhametinden miydi? Söyle. Ya da söyle kendin için atan bir kalbi param parça ederken kime ödünç vermiştin merhametini? O kızı kalbine ağır geldiği için mi attın bir köşeye yoksa kalbin kalabalık olduğu için mi? Söyle, sözler verirken kaç şehir uzaktaydı adamlığın? Bana sakın şimdi emekten bahsetme. Aptal olan bendim ki yeri göğü dolaştım o aşık olduğum adamı bulayım diye. Sen sadece bir sokak kedisiydin fırın başında bekleyen, nankördün de. Geri döneceksin biliyorum, yorgun olacaksın, bitkin, çaresiz ama asla pişman değil. Ben yine sormayacağım sana nerdeydin diye. Tutacağım ellerini ve sarılacağım... Seni arkandan izlerken söylediğim kaç küfür varsa bir bir atacağım denize. Öyle sıkı saracağım ki seni, o an anlayacaksın bunun bir veda olduğunu. Sen bir kedinin nankör olduğunu göre göre ekmek veren kaç fırıncı gördün ki? Sen bana acıyacaksın, ben sana... Çünkü sen beni aptal sanacaksın, ben seni her şeye rağmen affederken içimde. Ve karşına geçip diyeceğim, sen benim kahramanımsın ve uçabiliyorsun. Fakat çok sonra anlayacağım nasıl uçabildiğini. Kahraman olduğundan değil, hafif olduğundan. O kadar hafif ki kişiliğin ne sevgiyi kaldırıyor ne vefayı ne de sadakati. Kendini özgür sanacaksın bir süre fakat çaresizsin ve yersizsin sadece. Sanma ki kürkçü dükkanı hep açık kalacak, bir bir kapanacak kapılar yüzüne. İşte o an ben aklına geleceğim. Gitme diye yalvardığım anlar gelecek bir bir aklına... Biraz gurur kalmışsa içinde gelmezsin fakat biliyorum gururun kaçmış ellerinden o uçurmanın ipinde. 

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Keşke saçların kadar hafif olsaydı ayrılık. Keşke paramparça etmeseydi bugünü,dünü,geleceği... Keşke "Hadi toparlan" diyenleri duyabilsen. Keşke dolan gözlerini kurutabilsen. Oysa hiçliği, sensizliği boğazında hissetmekti ayrılık. Aptal olsan neden gittin dersin, dağıtırsın etrafında ne varsa. İnkar etme, yapma. Biliyorsun, biliyordun bu sahneyi. Nasıl gideceğini, nasıl acıtacağını canını. İnanmak istedin sadece, kimseye inanmadığın kadar.Hatırla apar topar gitmiştin kapısına son kez. İlk günkü kadar güzel değildin ama daha çok sevmiştin. Kafanda ne kadar acaba varsa perde çektin ya sen, şimdi yırttı attı onları değil mi? Elinde,yüzünde, kalbinde, içinde, her zerreden ayak izleri kaldı. Bırak yarını düşünmeyi, yapma. Sadece ellerini alıp gitti mi sanıyorsun? Kandırma kendini. Yarınını aldı, umudunu, inancını, kokusunu da aldı koydu valize. İnsafsız diyemiyorsun hala ona, yapma. Sana anıları bıraktıysa, şuan içinde seni yakan o iğrenç hissi bıraktıysa sana insafından değil. Ayağa kalkmaya çalışıyorsun inadına, yapma. Her yer kırılmış hayallerinle dolu, basacaksın. Canın yanacak. O şarkı mı? Dinleme artık onu. Biliyorum bütün şarkılar kalanlar için ama acına tercüman olamayacak hiçbiri. Soğuyacaksın git gide, nefret edeceksin. Çıkar ceplerinden yalnızlıkla dolu çaresizliğini. Ağırlık yapacak, taşıyamayacaksın. Hangisini atayım deme bana. Çünkü inan bilmiyorum yalnızlık mı ağır basar çaresizlik mi diye... Boşuna dudaklarını hareket ettirip gülümsemeye çabalama, gözlerin ele veriyor seni. Dağınık saçların, çatık kaşların, titreyen ellerin inkar edecek sahte mutluluğu. Biliyorum her gece kafanı koyduğun yastık daha bir sert şimdi, daha ıslak, daha yüksek. Uyuyamayacaksın. İçindeki, ta derinindeki meğerler, keşkelerinin ırzına geçerken yutkunamayacaksın. Kendine sorduğun soruları başkalarına sorma sakın. Çünkü yanmayan birine ateşten bahsedemezsin. Onsuz yaşayabilirsin, biliyorsun. Fakat elinde olan tek şey nefes almak. Nefes alacaksın, yürüyeceksin, yemek yiyeceksin. Her gece telefonunu şarza takacaksın yine. Fakat ondan mesaj gelmesi için değil, daha fazla şarkı dinleyebilmek için. İçinde sensizlik olan ne kadar şarkı sözü varsa ondan "sen"i koparıp alabilmek için. Gitmek isteyeceksin, belki de gideceksin görünmez olmanın bütün acizliğiyle. Yokluğum iz bırakır mı diyeceksin fakat içindeki yangın cevabını verecek bütün sorularının. Gideceksin. Yeni bir şehir, yeni yüzler, yeni bir ev... Sadece anılardan kaçabileceksin bir nebze. Oysa içinde kalan, içinde bıraktığı yangın hafiflemeyecek gökyüzüne farklı bir şehirden baktığında. Kaybettiğin umudu bulamayacaksın yeni yüzlerde. Kaçacaksın sadece, sorgulamadan, yaşamadan, üşüyerek kaçacaksın. Yalnız kalacaksın ki tek varlığın olan hiçbir şeyin, tek şeyin olacak. Kimseye anlatmayacaksın bile bile nasıl atladığını o uçsuz bucaksız boşluğa. Çırpınmayı keseceksin bir süre sonra, umursamaz olacaksın belki. Belki de sadece öyle görüneceksin. Yeri gelecek aşktan konu açılacak, susacaksın. Ya da geçip karşılarına aşka merhem olsun diye kapıldığın sevginin nasıl delip geçirdiğini anlatacaksın. Yarayı nasıl kanattığını anlatacaksın. Ve sen ne sevebileceksin birini ne de terkedebileceksin. Onun kadar insafsız olamam diyeceksin, ne kadar yük varsa dolduracaksın ceplerine. Üzemeyeceksin kimseyi, hem üzülen biri, parçalara ayırılan biri nasıl bir yüreği acıtabilir ki? 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Ne silersen sil artık,nereye gidersen git, kimi seversen sev, istediğin kadar gül artık ya da ağla işte,her neyse. Dilediğini yap çünkü göremiyorum artık içimdeki dumanlardan etrafı,seni,yokluğunu,gidişini,dönmeyişini,sevmeyişini... İçim sızlıyor durmadan. Her gün, her gece, her sabah, her saniye. Sebebi sen misin inan bilmiyorum. Bilmen için araman gerek diyorsun dimi? Haklısın. Fakat ne gücüm ne inancım . Varlık içinde yokluk benimki, belki kabalığın içinde yalnızlık, belki gürültü içinde sükunet. Bu seni kaçıncı uğurlayışım bilmem fakat git artık hadi. Sana diyorum, bu defa farklı olacak, git! Çünkü bu defa arkandan izlemek yerine ben de yoluma gideceğim. Yolum diyorum, bakma öyle dediğime. Nereye gideceğimi bilmiyorum. Rüzgar ayaklarımı nereye sürüklerse oraya gideceğim. Ne gözlerin gelecek aklıma yüzüm ıslanacak ne de ellerin gelecek aklıma üşüyeceğim. Artık o hep özlediğim ellerini soğuk hatırlıyorum, gözlerini yalancı, saçlarını asi. Acı çekmekten korkmamak bu olmalı. Bomboş, sahipsiz, dipsiz, biçare, istikbalsizim. Boş bakıyor gözlerim çünkü gökyüzünü değil kayan yıldızları görüyorum sadece. Kayıpları, kayıplarımı... O kadar alışmışım ki senin için ağlamaya, bir kez olsun kendim için ağlasam yüzüm kızarıyor,ihanet ediyorum sana sanki. Artık senin için üzülmemem mi beni sevindirecek yoksa başka şeyler için hala ağlıyor olmam mı mahvedecek karar vermedim. Çaresizlik nedir şimdi anlıyorum. Bir fotoğraf. Saçları kabarık, simsiyah, gözleri küçücük ama ışık dolu, dudaklarında tebessüm olan küçük bir kız... Nerde o kız? Çok değil, bir kaç ay önce ölmek istedi. Vazgeçti, pes etti. Hep uzatmak istediği saçlarını kestirdi, o küçücük gözleri şişik hep,ıslak. Tebessüm dolu dudakları mosmor. Çok ağır değil mi söyle bu bedel? Çok ağır değil mi suçsuz ödenen bir bedel? Söyle bir insan neden tükenir? Söyle artık, susma. Geç o küçük kızın karşısına anlat her şeyi. Neden terkedildiğini, neden sevilmediğini. neden kaybettiğini. Kalacak mı gülen yüzü, parlayan gözleri, sıcacık küçük elleri? İnsafsızlık bu, haksızlık, vicdansızlık. Kim minik elleri varken ben bir gün ölmek isteyeceğim der ki? Şimdi anlıyorum ki ne kendime ne sana ihanet etmişim ben, ona yapmışım her şeyi. Saçlarını okşayıp özür dilerim demek istedim deli gibi. Sahi, anlatsam anlar mıydı içi kayıp dolu kuyunun dibini?