30 Kasım 2016 Çarşamba


Sana bugüne kadar her düştüğünde kalkmayı öğrettim, 6 kere düştüysen 7 kere kalk dizlerinin morluğuna inat deyişimdi belli ki seni öldüren... Özür dilerim,.. 
Seni ağlarken görmeye dayamazdım, hep güçlü olman gerekirdi, başın dik durmalıydı hep . Ancak böyle koruyabilirdin kendini. Yüksekten daha hızlı çakılırmış insan; ağlarken hatta henüz ağlayabiliyorken hızlı iyileşirmiş yaralar; ihanetlerden, yalanlardan korkardın ya hep, başın dik durunca çok alçakları göremezmiş insan... Bu yüzden artık sadece görebildiğine inan. 
Belki sana bir el uzanmayacağını anladın kaldırmak için seni, ama hala kalkmaya çalışıyorsun. Bak şimdi iyi dinle beni, yıllarca söylediğimin aksine kalkma diyorum sana. Kalkma. Çünkü ancak yerdeyken düşemezsin bir kez daha. Orada ne isyan edebilirsin ne de ağlayabilirsin... Diline bir "olsun" yapışacak ve aklına her o gelişinde bunu ezberleyeceksin... 
"Olsun..." dediğinde insanlar tek kelimelik konuştuğunu sanacaklar.Oysa sen;  kandırıldığını, kandığını, yandığını, güneşin doğmadan da yaktığını, "yarın ola hayrola"daki hayrın artık kalmadığını, ölümün ilk bitiş ve uzayan saçlarının da yaşadığına dair kanıt olmadığını, başkası gelip kırmasın diye hayal kurmadığını, ateşin gözyaşından daha fazla yakmadığını anlatan uçsuz bucaksız bir cümle olduğunu bileceksin. Bu kadar zaman savaştığını sanarken aslında teslim olduğunun farkına vardığındandır belki de bu tembellik. Gözlerini kapatıp kollarını açıp "Daha fazla sevemem, şuan ölmeliyim!" derken tebessüm içinde, karşındaki adamın gözlerindeki "Vazgeçtim"i göremediğin için belki de inançsızlık. "Ben kendimi bırakırım o beni bırakmaz" dediğin adam, gitme diye yalvardığında kapıyı çarpıp gittiği için gidebildiği için belki de bu ıssızlık. Senden nefret eden birinin "Hayatın boyunca seni umursamayan adamların peşinden koşmaya mahkumsun" lafını babandan yana bile inkar edemeyişindendir belki de bu yalnızlık. Harabenin ortasında oturuken "toparlan!" deyip elini uzatan adam uğruna kurduğun ne varsa yine o geldi yıktı ya, belki de bu kez kimse yıkamasın diye bu dağınıklık... 

13 Ekim 2016 Perşembe

Etrafındaki insanlar endişe dolu bakıyorlar, hatta bazen öyle bir bakışını yakalıyorlar ki korkuyorlar. Niye mi? Çünkü kalbi kırık bir kadın tehlikelidir, bunu biliyorlar. İki yastıkla uyuyan bir kadın, ağustos ayında ayakları üşüyen bir kadın, fincan takımlarının yanısıra ayakkabılarının bile çift olmasından nefret eden bir kadın, gülüşünün yas olduğunu tek bir mimikle anlatabilen bir kadın, yalnızlıktan deli gibi korkup yalnızlığa alışmak zorunda kalan bir kadın, geceleri dolunayla dertleşip güneşi özleyen fakat güneş doğar doğmaz uyuyakalan bir kadın, gözleri kurusa dahi bulanık gören bir kadın, suçu olmadığı halde geçmişe kelepçelenmiş bir kadın tehlikelidir, görüyorlar. Bir süre sonra da kaçıyorlar. 
Hem kendini suçlayıp hem de acıyorsun kendine. Bunu her sabah uyandığında şişik gözlerle kendine bakarken iki saniye arayla yapıyorsun. En karanlık, en tenha köşede oturup bulunmak istiyorsun, kahkaha atarken ağlaman gibi... 
Kendine acıdıkça acımasızlaşıyorsun git gide, için acıdıkça hissizleştiğin gibi.
Ağladıkça kuruyor kalbin, gözyaşların yüzünü yakarken üşümen gibi. 
Belki de mesele biri tarafından sevilmek değildir, belki de her ayrılığın, her çarpılan kapının,her cinayetin, her ihanetin bir nedeni yoktur diyorsun nedenini asla öğrenemeyeceğini kabullenmeye çalışarak.
 "Sevdiği kadar sevilmez insan" diyor kimisi, bir sigara çıkarıp yakıyorsun. Ve bir sigara daha ölüyor gözünün önünde, nefesinin tuzuyla boğularak...  

27 Ağustos 2016 Cumartesi



Aslında ne yazmam gerektiğini bilmeden oturdum klavyenin başına. Çünkü ne düşünüyorum, ne hissediyorum ben de bilmiyorum. Daha doğrusu hiç düşünmedim, düşünmemek için elimden geleni yaptım. Öyle bi yerdeyim ki kimseden korkum kalmadı kendimden başka. Uyusam uyuyamıyorum, ağlasam onu da beceremiyorum. Hayatımda ne zaman "bittim" desem o an bi titreme alır beni, yazın ortasında titriyorum şimdi. Bazen bi şarkının en can yakıcı sözünde gözlerim doluyor hatta ilk damla yakıyor yanağımı. Ama o kadar işte... İlk damla ikinciye müüsade etmiyor. İçim yanıyor sonra, o volkan boğazımı yaka yaka iniyor aşağı. İnsanın sağlığı dışında kaybedecek hiçbir şeyinin kalmaması zihnini bir sürü değişik intihar senaryolarına sürüklüyor. İnsan ölümü düşünürken mutlu olur mu? Şu sıralar huzur veriyor bana. Bazen çatlayana kadar kahkaha atıyorum, sonra birden ağlamaya başlıyorum. Dengesizlik mi bu? Bilemem. Ama bir şeyler yolunda değil. Bir insanın bir insanı ne kadar mahvedebileceğini gördüğüm günden beri korkuyorum insanlardan. En kıymetlim dediğim adamı anarken nasıl bu kadar nefret edebiliyorum akıl işi değil. O adam hayallerimi yıkmadı çünkü, sattı. Benimle kurduğu hayalleri başka bi kadınla yaşıyor şimdi. Bizim şehrimizde onunla yürüyor el ele şimdi, bizim oturduğumuz masalarda çaylarını içiyorlar karşılıklı. Mesela benim bi kızım olsa ilk olarak hayal kurmamayı öğretirdim. Kurduğu hayaller üzerine yıkılmasın diye... İnsan bir darbe yediği zaman çektiği acıya üzülmez aslında. Ben aynı kadın olamam artık, canımı yakan en çok da bu. Bir an geldi ve öyle çaresiz kaldım ki düşmemek için atladım ben, ağlamamak için kahkaha attım, düşünmemek için uyudum, özlememek için kaçtım. Aynı gün içinde hem ölümü tattım hem ayrılığı. Yani hem iki ölüm gördüm hem de iki ayrılık. Ağlayamadım, konuşamadım, bağıramadım kimseye. Olur arada öyle. insan delirmemek için susar bazen, yıkılmamak için ayağa kalkmaz. Asıl çaresizlik ellerini açıp yardım beklemek değilmiş, kimsenin sana yardım edemeyeceğini bilmekmiş. Bunu bile bile nasıl yaşar ki insan? Ölmeden nefesi kesilince yaşıyor sayılır mı o insan? Bir hastane önünde beklerken birden biri geldi ve teyzen öldü dedi bana. Hiçbir şey yapamadım biliyor musun? 1 gün sonra morgdan çıkınca son kez görmek istedim. Yüzünde değişik bi huzur vardı... O an huzurun mutlulukla ilgili bir şey olmadığını anladım. Şuan içimde bir sürü şey ölüyor ve yüzümde aynı huzur var. Bomboş, her derin nefesimde içimi yakan bi huzur... Söyleyemiyorum, beynim kelimeleri art arda getirip cümle kurmama müsaade etmiyor. Nasılsın sorusu o kadar komik geliyor ki. Bu kadar mı kör oldunuz? Yavaş yavaş ölüyorum farkında değil misiniz? demek yerine gülümseyip iyiyim diyorum. Çünkü insanlara göre kalbin atıyorsa yaşıyorsundur, bir ölüye oranla daha canlıysa yüzünün rengi iyisindir. Acımasızca ama güneşin her doğuşu umut değildir. 

26 Temmuz 2016 Salı

 
Bazen hayatında bir sürü şey olur ve sen kaçırırsın. Ben senin için ne zaman bittim, ne zaman bu kadar kolay vazgeçebileceğin biri oldum ve ne zaman bu kadar nefret ettirdim kendimden bilmiyorum. İnsanın hayatı 1 gecede alt üst olabilirmiş, mesela bunu 4 gece önce öğrendim. Her öğrendiğin şey canını yakacak deseler inanmazdım. Yakarmış. Bir sürü insan bir sürü bahaneyle birer birer arkalarını dönüp gittiler, onlara el sallarken diğer elim hep ellerindeydi. Bilemezdim bir gün iki elimle sana da el sallayıp veda edeceğimi. O günden sonra anladım ki her öğrendiğin sana bir şey katmazmış, bazıları tam yüreğinden bir şeyler çalarmış. Bütün aşk romanlarında, bütün masallarda "Bir gün öyle bir adam gelir ki tüm gidenlere teşekkür edersin" der sevenler... Ya sonrası? Ya o adam giderse? Ondan sonrası? Bu yazmıyor hiçbir kitapta, hiçbir Leyla ile Mecnun öyküsünde Mecnun Leyla'dan vazgeçti yazmıyor. O zaman Leyla Mecnun'a teşekkür edebilir miydi? Ben sana etmiyorum. Niye biliyor musun? Her başlangıç bir umuttur ama her ayrılık bir hayal kırıklığı. Ben ki seninle öğrenmişim hayal kurmayı, benim yaşadığım hayal kırıklığına sadece "bir hayal kırıklığı" diyebilir misin? Ben diyemem. İçimde bir şeyler kırılmadı sadece, kül oldu hepsi. Ben sadece ağlayabileceğim bir omuz istedim; insan eti ağırdır, taşıyamadın. İlla gideceksen ben ağlaya ağlaya uyuyakalsaydım da öyle gitseydin keşke. Bu kadarına da değmez miydim? Sen o omzu bu bedenden en sert şekilde çekip gitmeyi tercih ettin. O kadar istemişsin ki gitmeyi, ben daha arkandan son kez bakamadan dönmüşsün sokağı... Biliyorum her aşk biter, her ilişki gibi. Ama bitmesinden ziyade nasıl bittiği yaralar insanı. Keşke 1 buçuk sene sana bakarken gülümsediğim gibi hatırlamama izin verseydin seni. Keşke içimdeki bu büyüyen kırgınlığı tek bir güzel veda cümlenle durdursaydın. Seni daha dün gece aradım işte bunları yapabilmek için... Güzel başladı güzel bitsin istedim, birbirimize ne yanlış yaptık ne ihanet ettik, düşman olmayalım istedim. Ama karşımda sevdiğim adam yoktu, tanıdığımı sandığım adam da... Senin istediğin oldu, koskoca 500 gün tuttuğun elleri öpüp veda et istedim; sen tükürmeyi tercih ettin. Elimde avucumda sana dair ne kadar iyi anı varsa sen 1 gecede alabildin. Bari onları çok görmeseydin demek istedim, çok uzaktın diyemedim... Sevmenin sadece haklı olmak olmadığını anlatabilseydim keşke sana, haklı ola ola kapına gelip sana sarıldığımda anladın sanıyordum oysa. Aramızdakinin tek bir cümlede bitemeyecek kadar özel olduğunu gösterebilseydim keşke sana, sen bana "git!" dediğinde ben hala o koltukta otururken gördün sanmıştım oysa. Hep elinde valiziyle giden sen oldun, izleyen ben. Sana her birinde canım ne kadar yandı anlatmaya çalıştım, bana bunu bir daha yaşatmaz dedim. O valizi görene dek bu böyleydi... Sonrası sessizlik, hem de çığlık çığlığa bi sessizlik. Keşke 1 saniye duraksayıp arkana baksaydın, o sessizlikte ne anlatıyorum belki duyardın. Gitme diyemesem bile hakkımı helal ediyorum derdim. Umrunda mı bilmiyorum ama hakkımı helal etmiyorum sana dün geceden sonra... Niye biliyor musun? Sen özenle kurmaya çalıştığımız şeyi tek darbeyle üzerime yıktın, seni defalarca affedip kendi kendini onaran bu kızın seni kovabileceğine inandın, tek dalı sen olan bu kızı ormansız bıraktın, gidebildiğin kadar hızlı gittin ama 1 saniyeni bile 2 gün önce "hayatım" dediğin bu kıza hoşçakal demek için harcamadın... Anlayacağın buralarda sağlam tek bir şey bile bırakmadın. Sanırım sen her gidişi onurlu sanarak yanıldın... 

14 Nisan 2016 Perşembe

Aklımda oyuncağı için ağlayan bir çocuk var, çıkmıyor ne zamandır. Onun çığlıkları arasında düşündüm, bir insan neden ağlar? Mesela ben düştüm ağladım, aşık oldum ağladım, heyecanlandım ağladım, korktum, öfkelendim, yapamadım, terkedildim, sevilmedim ağladım. Acının büyüğü ağlatan mı yoksa ağlatmayan mıdır tartışılır. Bazen yalnızlığın bile ağlar sen ağlayamazsın. Bazen saatlerce yataktan çıkmayınca aç kalan kedin bile  ağlar, sen ağlayamazsın. 
Bugüne kadar kim için yine uyuyamadığım bir gece göz yaşımı silip "Affetme Ezgi onu..." dediysem vicdanım aksini söyledi günü gelince. Öyle bir an geliyor ki belki de senelerce aklına düştükçe seni ağlatan adam  mağdur oluyor, sen ise acımasız. Sonra mevsim değişiyor, gözünün önünde öldürüyorlar karanfilleri. Çok geç olmadan anlıyorsun üzerindeki ürpertinin mevsimden değil yalnızlıktan olduğunu ve üzerine bir şal alınca geçmediğini. Sırf bu yüzden ne zaman "yalnızım" diye ağlayan birini görsem güldüm geçtim. Çünkü yalnızım diyecek birinin bile olmaması demek yalnızlık. 2 bardak birada sarhoş olan bir kadının bir büyük bitirip sarhoş olduğunu bile farkedememesi demek yalnızlık. Evinde 2 koltuk ve 2 yatağı olmasına rağmen sadece bir tanesine oturup diğerini saatlerce izlemek demek yalnızlık. Özlem ile yalnızlığı karıştıranlara inat, beklediği hiçbir şey ve hiçkimsenin olmaması demek yalnızlık. Bir şehir dolusu insan varken bütün yüzlerin yabancı olması, bütün yüzlere yabancı olmak demek. Şimdi yatağında ölüp kalsan 1 aya şanslıysan cesedinin bulunması demek. Bir yere kadar direniyor insan, inkar ediyor gücü yettiği kadar. Mesela hava çok güzelse ama sen dışarı çıkmaya bir neden bulamıyorsan, 14 saat uyuyup kalkmaya tek bir neden dahi bulamıyorsan hemen solundaki hiçliği farkediyorsun. Daha kötüsü kabulleniyorsun.  
İşte böyle gecenin bir yarısı kalkıp yazıyorsun, uyutmadığında beyninde dönüp duran heceler. 
Benim en yalın yalnızlığım, sana da iyi geceler...