Etrafındaki insanlar endişe dolu bakıyorlar, hatta bazen öyle bir bakışını yakalıyorlar ki korkuyorlar. Niye mi? Çünkü kalbi kırık bir kadın tehlikelidir, bunu biliyorlar. İki yastıkla uyuyan bir kadın, ağustos ayında ayakları üşüyen bir kadın, fincan takımlarının yanısıra ayakkabılarının bile çift olmasından nefret eden bir kadın, gülüşünün yas olduğunu tek bir mimikle anlatabilen bir kadın, yalnızlıktan deli gibi korkup yalnızlığa alışmak zorunda kalan bir kadın, geceleri dolunayla dertleşip güneşi özleyen fakat güneş doğar doğmaz uyuyakalan bir kadın, gözleri kurusa dahi bulanık gören bir kadın, suçu olmadığı halde geçmişe kelepçelenmiş bir kadın tehlikelidir, görüyorlar. Bir süre sonra da kaçıyorlar.
Hem kendini suçlayıp hem de acıyorsun kendine. Bunu her sabah uyandığında şişik gözlerle kendine bakarken iki saniye arayla yapıyorsun. En karanlık, en tenha köşede oturup bulunmak istiyorsun, kahkaha atarken ağlaman gibi...
Kendine acıdıkça acımasızlaşıyorsun git gide, için acıdıkça hissizleştiğin gibi.
Ağladıkça kuruyor kalbin, gözyaşların yüzünü yakarken üşümen gibi.
Belki de mesele biri tarafından sevilmek değildir, belki de her ayrılığın, her çarpılan kapının,her cinayetin, her ihanetin bir nedeni yoktur diyorsun nedenini asla öğrenemeyeceğini kabullenmeye çalışarak.
"Sevdiği kadar sevilmez insan" diyor kimisi, bir sigara çıkarıp yakıyorsun. Ve bir sigara daha ölüyor gözünün önünde, nefesinin tuzuyla boğularak...